Gönderen Konu: ATATÜRK'ÜN İÇ BASINA VERDİĞİ TÜRKÇÜ MÜLAKATLAR  (Okunma sayısı 3212 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tanrıkut1964

  • Ziyaretçi
TÜRKÇÜ MÜLAKAT (1)

''- Bu maksadı temine medar olabilecek (yarayabilecek) iki mufassal (ayrıntılı) mülâkat yapılmıştır. Bittabi ben de İstanbul'un kıymetli erkân-ı matbuatı (basın mensupları) ile böyle bir temasa mazhar olduğundan dolayı suret-i mahsusada memnun bulunuyorum. Memnuniyetimin en mühim sebebi, bence de tabiî olarak şayan-ı arzudur ki enim ve bilcümle rüfekay-ı mesaimin (çalışma arkadaşlarımın) vaziyeti dahiliye ve hariciyeyi nasıl görmekte olduğumuzu ve âtiye (geleceğe) ait mesail-i millîyemizin (ulusal sorunlarımızın) nasıl olması lâzım geleceği tasavvurunda bulunduğumuzu bütün millet ve cihan bir an evel bilsin. Bunu teminde bilcümle matbuatın olduğu gibi, çok mühim olan İstanbul matbuatının ifa edeceği hizmetin derecesi suhuletle (kolaylıkla) takdir olunabilir. Vuku bulan mülâkatlarda mezkûr üç esaslı zemin üzerinde çok teferruatlı ve hattâ münakaşalı müdavele-i efkâr (fikir alışverişi) edildi. Ve benim arzu ettiğiniz her nokta ve bütün teferruat üzerindeki beyanatımı dinlediniz, bu suretle muttali olduğunuz (öğrendiğiniz) hususatın birkaç kelime ile hülâsasını yapmak lâzım gelirse denilebilir ki:
1- Millet üç buçuk seneden beridir iktiham ettiği (göğüslediği) müşkülât ve fedakârlığın mütebariz (belirgin) ve müsbet metayicini (olumlu sonucunu) görmekle, takip olunan hatt-ı hareketin mutlaka hedef-i saadete (mutluluk hedefine) vüsulünden (ulaşacağından) emindir. Bugünkü muvaffakıyatı behemehal tespit ve teyit ettirmek için lüzum gösterilirse, şimdiye kadar olduğundan daha vâsi (geniş) bir azim ve itmi'nanla (güvenle) fedakârlığını ve gayretini idameye müheyyadır (hazırdır). Milletin mutlaka sulh veya mutlaka harp arzusu gibi, başlı başına bir ifade-i kat'iyesi yoktur. Millet an'anesinin bâriz bir şiarının ifadesini kullanmaktadır: ''Hayırlı olanı isteriz!'' Hayırlı olan, bizi şimdiye kadar hayır ve selâmete isal edenlerin hükmedecekleri tarzdır. Milletin bu ifade ile kasdettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükûmetidir. Bunların düşündüğü behemehal sulhü istihsal etmektir. (sağlamaktır).
Buna milletin ve memleketin ihtiyacı olduğu kadar bütün cihan-ı medeniyetin kat'î ihtiyacı vardır. Bir kere hal-i harbi (savaş durumu) idame etmekle (sürmekle) evvelâ arzuy-u millîyi yerine getirememek, saniyen cihani medeniyetin huzur ve sükûnuna mâni olmak gibi mesuliyetlerin faili olmak doğru olmadığı gibi bilhassa bunun bütün gayreti samimî olarak istihsal-i sulh (barışı elde etmek) için her türlü tedbire tevessül etmektir. Ve bütün kalbini bilâ istisna cihana açık olarak göstermeyi temine çalışmaktır. İtilâf devletlerinin bu hakikati anlamamalarına ihtimal vermemektedir. Eğer devletlerin ve milletlerin konferanstaki mümessilleri bu içtimaın hilâfına harekete devamda ısrar gösterirler ve cihan-ı insaniyet ve medeniyetin tehalükle (can atarak) intizar eylediği (beklediği) sulhün akdini akim (sonuçsuz) bırakırlar ise Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti bundan çok müteessir olacaktır. Bu insanî teessürü kendisini elbette zaaf ve tereddüd-ü kalbe düçar edemez. Üç buçuk seneden beri istihsâli (elde edilmesi) uğrunda ihtiyar olunmadık fedakârlık kalmayan hukuk-u asliye-i milliyesini (en esaslı millî hukukunu) behemehal istihsal ve teminden ibaret olan vazifesini, yine bütün milletin kaabiliyetine, kudretine, azmine ve kendisine olan emniyet ve itimadına istinaden şimdiye kadar olduğundan daha büyük bir faaliyetle ifaya (yerine getirmeye) devam edecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin muzaffer orduları yeni zaferler istihsali aşkından müstağni (kanıksamış) değildirler. fakat bu zafer aşkı milletin selâmet ve saadetini temin aşkından münbaistir (doğmaktadır). İkincisinin husulü, birinciyi hasıl telâkki ettirebilir.
2- Hükûmet hal-i harb ve hal-i intizarın devamına rağmen milleti, şimdiden yeni usulümüzde idarenin mütekeffil olduğu (üzerine aldığı) menafi-i hakikiyeden (hakiki menfaatlerden) müstefit edebilmek (faydalandırabilmek) için lüzumu veçhile çalışmakta, yeni bir teşebbüs almakta veya yeni bir teşebbüsün esaslarını düşünmektedir. Memleketin en ücra köşelerinde bile huzur ve asâyiş-i millet o derece temin edilmiştir ki bunu zaman-ı sâbıkın (geçmiş zamanın) en sâkin bir devresindeki hâl ile mukayese etmek nabemahal (yersiz) olur. Herkes emniyetle ve bilhassa çok büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başında faaliyete geçmiş bulunuyor. Ve sa'y ve amellerinin (çalışma ve gayretlerinin) kendilerinden gasbedilmeyecek semerelerinin iktitafından (devşirilmesinden) emindirler. İktisaf, amarif işleri, muavenet-i içtimaiye (sosyal yardım) himmetleri şimdiden kabil-i temas (dokunulabilir) yeni neticeler vermiştir. Ziraat mektepleri mevcut olanlardan maada (başka) Bursa'da, Balıkesir'de, İzmir'de, Adana'da, Erzincan'da beş mektebe malik olmakla tezyit edilmiştir (arttırılmıştır). Harbin ve inkılâbatın atalete (durgunluk) koyduğu ziraat bankaları yeniden hal-i faaliyete vazedilmiş (konmuş) ve birçok şube ihdas ederek (açarak) milletin muavenetine şitap etmeye (koşmaya) başlamıştır. Birçok mülteci ve muhacirler refah ile mütenasip yerlere sevk ve iskân edilmiştir. Bunun daha iyi temini iin hususî muavenet bankaları tesis edilmek üzeredir. Köylülere mühim miktarda (2 buçuk milyon liralık) alât ve edevat-ı ziraiye tevzi edilmiş ve bu husustaki tevziata devam edilmektedir. Ayrıca köylülere alât ve edevat-ı ziraiye vermek ve bunları icabında tamir etmek için sermayenin yüzde yetmişine iştirâk edeceğimiz bir şirket ile anlaşılmak üzeredir. Bu, çiftçilerin çok memnuniyetini ve menfaatini mucip olacaktır. Nafia (bayındırlık) teşebbüsatı kariben (yakında) fiile münkalip olabilecek (çevrilebilecek) ümitbahş (ümit verici) bir zemindedir. Bunun neticesinde memleketin hüçümle merakiz-i mühimmesi (önemli merkezleri) yekdiğerine az zamanda şimendüferle kesb-i irtibat edecektir (bağlanacaktır). Mühim hezain-i madeniye (maden hazineleri) açılacaktır.
Memleketimizin baştan nihayete kadar harap manzarasını mâmureye tahvil etmekten (bayındır duruma çevirmekten) ibaret olan gayenin temel taşları her yerde gözleri tesrir edecektir (sevinç içinde bırakacaktır). Çalışmak ve mesut olmak ihtiyacında bulunan bütün halkımız için, ameleler için geniş ve emin çalışma sahaları davetlerini yapmakta gecikmeyecektir. Memleketi mâmur ve milleti mesut etmek için tasavvur ve teşebbüs edilen bütün bu işlerde takip olunacak programın esas noktalarına fiilen tevessül edilmiş (girişilmiş) addolunabilir. Bilhassa faaliyet-i iktisadiyeyi istinat ettireceğimitz esaslar her türlü vukufla beraber bilhassa doğrudan doğruya memleketimizin topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek tespit olunacaktır. Sanayi ve ticaretimiz için dahi aynı mütalâa yapılacaktır. Bunun içindir ki şubatın on beşinde İzmir'de belki beş bin kişinin toplanabileceği bir kongre yapılacaktır. Bu kongre bizzat millete ve bir taraftan da diğer milletlere anlatacaktır ki yeni Türkiye devleti temellerini süngü ile değil, süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyatla kuracaktır. Yeni Türkiye devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye devleti bir devlet-i iktisadiye olacaktır ve bu devleti en kuvvetli temeller üzerinde çok az zamanda kurmak hususunda Japonlardan az müstait olmadığını bilfiil isbat edecektir.
Bu saydığım teşebbüsat-ı iktisadiye ve sınaiye içinde bahsettiğim şirketlerin, istiklâl ve hâkimiyeti milliyemize hürmetkâr milletlerin emniyetle hükûmetimizle temas eylemleri ve kanunlarımız dairesinde anlaşmaları ile faaliyete geçebileceklerini söylemeye hâcet yoktur. Filhakika memleketimizi az bir zamanda mâmur etmek için milletimizin gayri kâfi sermayesi karşısında haricin sermayesinden, vesaitinden, ihtisasından istifade etmek hakikî menfaatimizin iktizasındandır. Hükûmetimiz, izahına lüzum olmayan esasatın riayetkârı kalacak olan her devlet ve millete karşı bu hususta emniyet ve samimiyetle ahz-ı mevki edecektir (durum takınacaktır.)
3- İçinde bulunduğumuz vaziyette çok kuvvetli olduğumuzu temin ve teşebbüsat-ı müstakbelemizde behemehal muvaffak olacağımızı bize vaadeden keyfiyet, milletin inkılâp ile ve mücadele ile tesis etmiş olduğu bugünkü hükûmetimizin şekli ve mahiyetidir.
Hükûmetimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti millîdir, tamamıyla maddîdir, hakikatperesttir. Mevhum (boş) mefkûreler arkasında o mefkûrelere (ülkülere) vâsıl olmak için değil, fakat isâl etmek (ulaştırmak) hulyasıyla milleti kayalara çarparak, bataklara batırarak, en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten hazer eden (çekinen) bir hükûmettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarının umdesi şu iki esastır:
1- İstiklâl-i tam, 2- Bilâ kayd-ü şart hâkimiyet-i milliye.
Birinci umdesinin ifadesi ''Misak-ı Millî''dir. 2'nci ve hayati olan umdesinin beyanı ''Teşkilât-ı Esasiye Kanunu''dur. Millet, Misak-ı Millî'nin medlûlünu (anlamını) güzide evlâtlarından teşkil ettiği kahraman ordularıyla fiilen istihsal eylemiştir.
''Teşkilât-ı Esasiye Kanunu''nun ruh-u aslisî ise bu kanunun kitaplara geçmesinden evvel, milletin dimağında ve vicdanında temerküz eylemiş (toplanmış) olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere tesis ettiği Meclise verdiği vazife-i asliye ile ve senelerden beri ahkâmını fiilen tatbik edegelmekte olmasıyla ve en nihayet kanun şeklinde enzar-ı cihana (cihanın gözleri önüne) vazeylemesiyle (koymasıyla) tahakkuk eylemiştir. Hâkimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir.
Hâdisat ve tecarib-i tarihiyemiz (tarihî tecrübelerimiz) bize milleti koyun sürüsü halinde kiyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin istihsâline sürüklemekle mahvını münteç (neticeye varmış) mahiyete inkılâp eden idare tarzlarının artık memleketimizde mahall-i tatbiki kalmadığını göstermiştir. Millet hâkimiyetini değil, hâkimiyetin bir zerresini dahi âhıra (başkasına) terk ve feragın mucib olabileceği felâketin, izmihâlin (yıkıntının) hüsranın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve hâkimiyetin gayri kabil-i tecezzi (parçalanamaz) ve taksim olunduğunu ilmen ve hakikaten düşündükten sonra böyle bir nazariyenin fiile tatbikine kalkışmak ancak nazarî ve sun'i bir işe bizzarur tevessül etmekten başka bir suretle kabil-i tefsir değildir. Millet ve memleketimiz için ise bu zaruret mündefi olmuştur (ortadan kalkmıştır). Çünkü milleti hâkimiyetten mahrum eden hâil (engel) milletin galeyan ve tuğyanıyla (coşmasıyla) biraz zahmetli ve fakat binnetice muvaffakıyetli surette ortadan kaldırılmıştır. Madumun (yok olmuşun) ihyasına kalkışmak ise bittabi gayri mümkünün mümkün olduğu zehap ve butlanında (zan ve saçmalığında) temerrüt (inat) olur. Bu, mütemerritlerin (dik kafalıların) ki milletin hüsranına bilerek veya bilmeyerek taliptirler, nedamet-i hakikiyesini (hakiki pişmanlıklarını) ve hüsran-ı elemini mucip olmaktan başka bir netice vermez.
Artık millete karşı namuskârane, açık, kat'i ilân-ı hakikat edenler çoktur. Milletimiz ise hakayikı hüsnü telâkiye ve icabâtını tatbika çok müsait ve müstaittir. (yatkındır). Bu istidadı isbat için yakın tarihin bile verebileceği misaller mebzuldür. (boldur). Felâketini müdrik milletimiz ne şeyh-ü-islâmların muktezay-ı dindir, diye irticaa davet eden fetvalarına, ve ne de halife ve padişahın camilerden çalınan âyât ve ehâdisi nebeviye ile müzeyyen (ziynetlenmiş) ve müzehhep (yaldızlanmış) sancakları başlarında taşıyan hilâfet ordularına ve ne de mücadele-i milliyye devamınca hiçbir şey istihsâl edilemedikten başka büsbütün mucib-i mahv ve izmihlâl (yıkıntı ve çöküntünün sebebi) olacağını beyan ile milleti istiklâl ve hâkimiyetinde müsamahakâr kılmaya sarf-ı makderet eden (kudret sarfeden) Babıâli ricalinin mesai-i fafilane (hatalı çalışması) cahilânesine ve en nihayet tayyarelerile halife ve padişahın beyannamelerini muharip (savaşan) ordumuz saflarına atan ave halife namına hareket ettiğini söyleyen Yunan ordusunun iğfalâtına (aldatmalarına) zerre kadar iltifat göstermedi; gösteremez ve göstermeyecektir. Bilhassa bundan sonra kat'iyyen gösteremeyecektir.
Çünkü bu millet asırlardan beri bu gibi mürtecilerin, cahillerin, riyâkârların, menfaatperestlerin, serserilerin, sözlerine inanmak saffetini gösterdiğinden dolayıdır ki bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturmaya mahkûm çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların biaman (amansız) şamarları altında yeniden aklını başına toplamak mecburiyetinde kalmıştır.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti, memleketin bütün vicdanlı ve namuskâr münevveranı (aydınları), millete ve memlekete karşı evvelâ bu millet ve memleketin birer evlâdı olmak itibarıyla, saniyen (sonra) mensup oldukları heyet-i içtimaiyenin cihan-ı medeniyette kadr-ü menziletini (derecesini) yükselttikçe bunun kendileri için ne derece mucib-i şeref ve bahtiyarî (bahtiyarlık) olacağını düşünmekle kendilerine müteveccih vazifenin memleketi ve milleti medeniyeti hâziranın ve icabat-ı insaniyenin (insanlık icaplarının) zarurî kıldığı mertebe-i tekemmüle (olgunlaşma mertebesi) getirmek için bütün mevcudiyetleriyle her türlü şuabat-ı mesaide (çalışma şubelerinde) en doğru yolları aramak ve bulmak, bunun en doğru olduğunu millete anlatmakla beraber üzerinde seri ve geniş hatvelerle (adımlarla) yürümeyi ve bütün milleti yürütmeyi temin etmektir. Bunda muvaffakıyetin istilzam eylediği (gerektirdiği) evsafı düşünerek, bu evsaftan mevcut olanlarını mevki-i istifadeye koymak ve mevcut olmayanlarını istihsale çalışmak hususundaki gayretin ne kadar ciddî olması lâzım geleceğini takdir ederiz. Hedef-i millî malûm olmuştur. Ona isâl edecek (ulaştıracak) yolları bulmak müşkül değildir, mühim olan, çetin olan o yollar üzerinde çalışmaktır. Denilebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz. Yalnız bir tek şeye ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak! Emraz-ı içtimaiyemizi (sosyal hastalıklarımızı) tetkik edersek asıl olarak bundan başka, bundan mühim bir maraz (hastalık) keşfedemeyiz, maraz budur. O halde ilk işimiz bu marazı esaslı surette tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun netice-i tabiiyesi (tabii sonucu) olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.
5- Bilâ istisna bizim efrad-ı milletimiz çalışmaya hahişkerdir (isteklidir). Fakat sarfolunan mesaiden âzami istifade, sa'yde tatbik olunan usul ile mütenasiptir. Evvelâ usullerimizi en çok semerebahş tarçz-ı medenide tesbit etmeliyiz. Bir de mesai müteferrik çalışma çeşitli) oldukça netaciyi (sonuçları) o mesainin muhassala halinde vereceği neticeden çok dündur (aşağıdır). Bunun için milletin ihtiyacat-ı içtimaiyesini ve mazideki zararlarını tatmin ve telâfi edebilecek (giderebilecek) en mâkul programı tesbit etmeye mecburuz. Program bütün milletçe tatbik olunmalıdır. Bu ancak bir teşekkül-ü siyasî ile mümkün olur.
İşte bu hakikatin istilzam (gerektirmesi) ve icbarı (zorlaması) üzerinedir ki, bütün sunufu (sınıfları) yekdiğerine lâzım-ı gayr-i müfarik )(ayrılması kabil olmayan) olan çünkü menfaatleri yekdiğerinden tehalüf eylemeyen (ayrılmayan), milletimizin müşterek ve umumî olan menafi ve saadetini temin için bir fırka teşkili tasavvur edilmektedir. Fakat millî maksatlarımızdan ziyade şahsi menfaatler esasına müstenit (dayanan) siyasî teşekküllerden ve bu teşkilâtın iğfallerinden, müsademelerinden tevellüt etmiş (doğmuş) olan tarzların elân cezasını çekmekte olan milletin aynı mahiyette birtakım bisud (faydasız) iştigallere sevketmek kadar kebairden (büyükten) günah yoktur.
Mondros mütareke ahkâmının haksız ve adaletsiz bir surette fiilen bozulmuş olmasından bütün memleket için çok felâketler tevellüt etmiştir. Bu felâketlerin en feciine sahne olan yerlerden biri de İstanbul'dur. İstanbul yalnız yabancıların tecavüzüne, tazyikına ve tezliline (aşağılatmasına) göğüs germemiştir. İstanbul aynı zamanda asırlardan beri milletin başında taşıdığı bir tâcidarın ve onun vesaitinin dahi verdiği elemlerle giryan (ağlamalı) olmuştur.''

(Başbuğ Atatürk)


TÜRKÇÜ MÜLAKAT (2)

''- Biz de Lozan konferansını dikkatle takip ediyoruz. Çünkü biliyorsunuz ki konferansa davet olunduğumuz zaman ordularımız bütün cihanı hayrete ve takdire mecbur edecek çok parlak ve çok kat'i bir muzafferiyetin âmili bulunuyordu. Harekât-ı askeriyemizi tehir edebilecek (geciktirebilecek) karşımızda hiçbir mâni kalmamıştı. Buna rağmen İtilâf devletlerinin hüs-ü niyetine (iyi niyetine) ve teklilerinin samimiyetine inanarak, ordularımızı tevkif ederek (durdurarak) pek insanî hislerle heyet-i murahhasımızı Lozan'a gönderdik. Bizim bu harekâtımızı tenkid eden dostlarımıza İtilâf devletlerinin artık hüs-ü niyetlerine emniyet edilebileceği kanaatini beyan ettik. Maatteesüf bütün samimiyetimize ve ciddiyetimize rağmen bugüne kadar uzayıp gelen konferansın son safhası henüz İtilâf devletlerinin zihniyetinde tebeddül (değişme) olmadığını, hâlâ eski Osmanlı devletini boğazlayan ve milletimiz için en şedit (şiddetli) ve en kahhar (kahredici) bir darbe-i intibah (uyanma darbesi) olan sabık tavır ve harekâtı başka şekil ve surette yeni Türkiye devletine kabul ettirmek istiyorlar. Son dakikaya kadar İtilâf devletlerinin hakkı ve hakikatı teslim etmelerine intizarla beraber bütün cihan-ı medeniyetin temayül-ü samimiyesine rağmen harbi idame etmek mesuliyetinden çekinmezlerse hükûmetimiz vatan ve millete karşı taahhüt eylediği vazifeyi hüs-ü ikmal edebilmek (iyi bir şekilde tamamlamak) için tevessüle (girişmeye) mecbur olduğu tedbirleri düşünmekten ve almaktan bir an geri kalmamıştır.
Yeni Türkiye ricali miskin ve mütevehhim (kuruntulu) değildir.''

''- Uzun müddet atalette (hareketsizlikte) kalmayı istilzam edecek olan diplomasi tarika şimdiye kadar mücerrep (tecrübe edilmiş) olduğuna göre hiçbir semere vaadetmez.''

(Başbuğ Atatürk - Şubat 1923)