Gönderen Konu: HAYALETLER  (Okunma sayısı 4095 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
HAYALETLER
« : 20 Haziran 2011 »
                                                     HAYALETLER

     Hava iyice kararmış , gece ortasını vurmuştu. Küçük gecekondunun kapısı yavaşça aralandı. Usul ve temkinli adımlarla biri girdi. Küçük ve aksak adımlar atarak ilerlemeye çalışıyordu. Kapının hemen yanında ki ışık düğmesine basınca , bu temkinli adımlar atarak içeri giren kişinin bütün dehşeti odaya yayıldı.

      Hayır , giren kişi temkinli adım atmıyor , daha doğrusu uzun boyuna rağmen büyük adım atacak hali görünmüyordu. Her yeri kan içindeydi. Bacağının arka tarafından pantolonuna , ayak bileğine kadar sinmiş katran gibi siyahın içinde daha da siyahlaşıp belli olan kan süzülmüştü. Pardesüsü içinde ki gömleğine , yakasından itibaren oluk oluk kan akmıştı. Yüzü ise kim olduğu seçilmeyecek derecede idi... Çeneye dek uzamış bıyıklarından kan damlıyordu.

     Gögsünün hızlıca hareketi ve çıkan hırıltıdan zor nefes aldığı derhal anlaşılıyordu. Döşü ezilmişti. Ufak ve topal adımlarla duvardan tutunarak , küçük salona girdi. Yatağa gene aynı ağırlıkta uzandı.

     Yatağa uzanınca başı döndü.. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Gögüs kafesi iyice sıkışıyor , boğazında hırıltı yapıyordu. Sağ eliyle pardesüsünün sağ cebini yokladı. Birşey bulamayınca sol eliyle kurcalamaya kalktı... Yazık ! Sol bileği ya incinmiş ya kırılmıştı cebine değdirdiği anda acıyla gözlerini yumdu. Siğara içmek saadetinden bile mahrumdu.

     Oda şiddetle dönüyordu... Ya zelzele oluyordu , ya dünya çıldırmıştı. Mana veremedi. Sadece gözünü açık tutmaya çalışıyordu , bakıyordu , bakıyordu... Oda süratle dönüyordu...
 
                                                       ****


     Sabah olmuştu. Gecekondunun kapısı tekrar açıldı. Gece ufak adımlar atarak eve giren delikanlı , hala topallamasına ragmen daha dinç ve toparlanmış görünüyordu. Gögsü ağrımıyor , nefes alırken hırıldamıyordu. Yüzünde ki eziklerde yoktu. Bıyıklarında ki kan pıhtıları gitmişti ve hatta üstünde ki kıyafette bile kan yoktu. Şaştı bu işe. Demek ki gece üstünü değiştirmişti ama bu işi ne zaman yaptığını çıkaramadı.

     Topallayarak yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmiyor , nereye gideceğini düşünmüyordu. Evlerin arasından ağır ve aksak yürüyordu sadece.

      Ayakları onu , gönlünün en iştiyak duyduğu , kavgalardan , kaçaklıktan , nezaretten fırsat bulduğunda her zaman gittiği yere götürmüştü.

       Yıllar önce bir kış sabahı , elinde iki valizle ne yapacağını şaşmış iki sevgilinin , yani kendisi ve sevdiği kızı ilk kaçırdığı gün , yokluklar içerisinde oturduğu o çam ağaçlı parka... Kimsecikler yoktu. Bereket versin zaten bugün yürürkende kimseyi görmemişti. Sanki koca şehir terk edilmiş gibiydi. Böyle olduğu daha iyiydi , tek başına oturup düşünmek istiyordu. Yıllarca önce sevdiği kızla beraber oturdukları banka doğru yürüdü...

      Topal adımları aniden durup , şaşkınlığın eseri tok bir ses işitildi ; " sen !" İnanılır iş değildi. Yıllarca önce kaçırdığı sevgilisi işte kanlı canlı oturuyordu. İçini öyle bir heyecan bürümüştü ki , öldü sanılan bir insana yıllar sonra kavuşmuş insanların heyecanıne eş değerdi. Topal adımlar serileşmişti. Tam karşısına geçince durdu...

     - Demek unutmadın beni , demek hala seviyorsun. Şükür Allah'a kavuştum. Bilemezsin yıllarca hatıranı yaşadım bu parkta.

      Genç kızın başı yere bakıyordu. Delikanlı tok ve heyecanlı sesiyle ;

    - Çok özledim seni... Ya sen ? Sen özlemedin mi ? Özlemesen gelir miydin buraya ? Yıllarca hasret kaldım kafanı kaldırda biraz bakayım sana. Nasıl özledim bilemezsin , sevdiğim.
  
     Genç kız hareket etmemişti , saçlarının sakladığı eğik başının altından ;

   - Hayır ! Görmesen daha iyi , yüzümü kaldırırsam gene eskisi gibi olacakmışız !

    - Kim dedi onu ? Peh , böyle şaka mı olur ? Çok özledim nolur kaldır başını  biraz bakayım sana. Sonra gene istersen başını eğersin.

     Genç kız " peki , sen nasıl istersen sevgilim " diyerek yavaşça başını kaldırmaya başladı. Delikanlı mutluluktan ölebilirdi. Sevdiği kız gene " sevgilim" demişti ona. Fakat o ne ? Genç kız kafasını kaldırdığı anda , başı sanki birisi sürekli tokat atıyormuş gibi , sağ omzuna doğru gidip gidip geliyordu. Fakat bu hiç durmuyor , sürekli aynı manzara , aynı film karesi defalarca gösteriliyormuş gibi olup duruyordu.

      Delikanlı ürkmüştü.. " ne oluyor , sevdiğim ? Kendine gel , hasta mısın , neyin var ? Niye başını döndürüp duruyorsun ?


      - Söylemişlerdi , sevgilim... Başını kaldırma yoksa yıllarca önce ki hatıra tekrar olur demişlerdi.

     Erkeğin içi ezildi.. Korkmuştu. Kıza iyice yanaşarak omzundan tutup hafifçe sarstı ;

     - Kim dedi sevgilim bunu sana ? Ne oluyor söyler misin ?

       Kızın cevabından delikanlının kanı dondu... " Bana vurduğun günden beri böyleyim sevgilim "

        Erkek ürpererek bir iki geri adım attı. Şaşkın şaşkın sevdiği kıza bakarken , acayip birşey daha gördü. Aman Allah'ım oda ne ? Bugün neler oluyordu. Delirmek üzere gibiydi , başına korkunç bir sıcaklık vurduğunu hissetti. Sevdiği kızın oturduğu bankın hemen arkasında , gözü yaşlı anası , evdeki halının üzerinde yatıyordu.

      - Ana ne oldu , halının ne işi var burada ? Niye yatıyorsun ?

       - Beni itip yere düşürdüğün günden beri hem ağlıyorum , hemde kalkamıyorum oğlum , onun için...

         Delikanlıda takat kalmamıştı. Yüzü sıcaktan yanıyor, gönlü perperişan eziliyordu... Bugün nasıl bir gündü ? Çıldırmamak elde değildi. Yada zaten çıldırmış mıydı ? Yada rüya mı görüyordu ? Yoksa , yoksa ölmüştüde zebaniler alay mı ediyordu ?

       Hayır olamazdı , dün gece gecekonduların arasında pusu yemişti. Hatırlıyordu. Gecekonduların arasında yüzü maskeli bir kaç adamın sessizce yaklaştığını ve onlarla yumruk yumruk kavgaya tutuştuğunu , sokak lambasının aydınlattığı bir şavkıyan bıçağı , sopaların ise başına doğru kalkıp indiğini iyi hatırladı. Yediği darbelere dayanamayıp yere düştüğünü , döşüne tekme atıldığını ve en son birinin " bırakın yeter ölecek " dediğini , en son giderlerken bir tanesinin "Vatanı kurtarmak sana mı kaldı lan ! diye bağırdığını iyi hatırladı. Sonra ne olmuştu ? Ölmüş müydü acaba ? Yok , hayır... Ayağa kalkıp döşünü tuta tuta öğrenci evi olan iki gözlü gecekonduya güç bela girdiğini ve yatağa yattığını da hatırladı. Demek ki ölmemişti ? Sonra uyumuş olacak. O halde rüya görüyordu...

       Ama bu kadar uzun bu kadar herşeyin hatırlandığı rüya mı olurdu ? Yüzünü yıkayışını , evden çıkışını yürdüğü yolları bile hala hatırlıyordu. Hatta bacağı hala acıyordu ve topallıyordu. Bir tek meçhul kısım üstünü ne zaman değiştirdiğiydi. Onuda önemsemedi fazla. Etrafına bakındı , sağlam bacağıyla yola tekme attı. Hissediyordu... En son deneme olarakta kendini cimcikledi. Hayır rüyada da değildi.

       O halde bu neydi ? Demek ki annesiyle , sevdiği kız anlaşıp kendisine yaptığı günahları hatırlatıyorlardı.

      Düşünceler içinde boğuşurken kalabalık bir gurubun ayak seslerini işitti. başını çevirip baktığında bir gurup , hatta çok kalabalık bir gurup onlara doğru yaklaşıyordu.

       - Anne , hadi kalk artık insanlar geliyor , ayıp olur. Sevdiğim sende kendine gel , yeter bu oyun. İnsanlar geliyor.

      Anası ağlayan sesiyle ;

      - Benim hakkım helaldir sana oğul hadi benim günahımdan kurtulursunda , ya şu gelenlerin günahını nasıl ödeyeceksin ?

     - Kimlerin ?

     - Gelenlerin...


        Kalabalık insan gurubu , delikanlının önünden geçiyordu. Hayret bazısı topallıyor , birazının yüzünden kan geliyordu. Kolunu tutanlar, kulağını tutanlar vardı. Sessizce geçiyorlardı önlerinden. Hatta delikanlıya birazı tanıdık bile geldi.

       Bir tanesinin tutup kolundan ;

        - Ne oldu size , kiminle kavga ettiniz ?

       Delikanlı aldığı cevapta artık delirdiğine iyice kanaat etti. Halüsinasyon görüyordu. Bunlar olmuyor , beyninin içinde kurguluyordu , hepsi hayaletti. Kolundan tutup soru sorduğu kişi , " sen yaptın bunları bize ! Hakkımızı helal etmiyoruz " deyip kafileyle beraber yürümeye devam etti.

       Evet delirmiş olmalıydı. Bu baş ağrısı yüzünde ki sıcaklık başka bir nedeni olamazdı. Başına aldığı darbeler delirtmiş olmalıydı.

        Artık halüsinasyon dünyasında olduğunu anlayarak , tepkisiz halde durmaya başladı. Önünde ki hayalet kafilesi hala bitmemiş , ardı geldikçe geliyordu. Bu hayali insanlar kafilesinin sonuna doğru " ne kadar çoklar " diye  baktı. Fakat bakışları bir kişide takıldı kaldı , kafilenin epey gerisinden , asker giyimli , geniş alınlı , gaga burunlu , çıkık elmacık kemikleri ve çakır gözleriyle zayıf , uzun,  orta yaşlı bir kişi geliyordu. Saçları sağ tarafa doğru keskin bir şekilde taranmış , sol alnı açık kalmıştı. Bu geleni yaklaştıkça tanıdığını hissettii. Kafilenin epey gerisinden tek başına gelen bu asker şahadet parmağını savurarak , birşeyler söylüyordu.

       Anasının hayalinin sesini duydu ;

       - Oğlum, biricik oğlumsun. Kendini tehlikeye atma , önce kendini kurtar , hayatını düzene sok. Vatana düşman kast ederse öyle gidersin oğlum !

        Delikanlı birşey anlamamıştı. Sonra omzundan sertçe çeken sevdiğinin hayalini gördü. Ayağa kalmış , arkasına gelmişti delikanlının omzundan tutuyordu. Buna rağmen yine başı sağ omzuna doğru tokat atılıyor gibi dönüp duruyordu.

       - Gitme sevgilim. Sensiz ben yaşayamam , ölürüm !
  
        Delikanlı bu hayaletlerin arasında etrafta gerçek insanların olabileceğini ve kendi kendine konuşurken görünce deli zannedebileceklerini düşünerek cevap vermek istemese de tutamadı kendini ;

       - O nereden çıktı ? Bir yere gitmiyorum ki...

         Sonra başka bir ses duydu... Gelen asker giyimli kişi ;  hayır , yakınlaştığı için iyice seçti bu yüzbaşıydı. Gögsünde apoletleri sıralıydı. Tanıyordu bu yüzbaşıyı ama nereden ? Yüzü hiç yabancı değildi. Hemde uzaktan değil , iyi tanıyordu. Ama bir tuhaflık vardı sanki , yüzü gerçek gibi değilde , sanki bir fotograf gibiydi. Siyah beyaz bir fotograf. Yüzü hiç hareket etmiyordu , gözleri bile kıpırdamıyordu. Şahadet parmağı savrulup duruyordu ama birşeylerde söylüyordu. Şaşılacak olanı fotograf yüzlü bu yüzbaşının ağzı kımıldamıyordu.

       İyice kulak verdi , yüzbaşıda iyice yaklaştı ;

     - Türklük için ölecek er yok mu ? Milletler kendini uğruna feda eden evlatlarıyla yücelirler. Türklük için ölecek , Türklüğü yüceltecek evlatları yok mu?

      Yüzbaşının dediği anlaşılınca , omzundan tutan sevdiğinin hayali daha sıkı çekmişti kendine. Bir savurmayla sevdiğinden kurtulup gögsü kabarık şekilde " ben varım! " dedi...

       Beriki fotograf yüzlü yüzbaşı, yürümeyi kesip durdu. Başını çevirdiğinde sert bakan fotograf bu sefer acı ile bakıyordu ;

         - Yazık ! Sen zaten ölüsün !

                                                 ****

     Sabahın erken saatleri. Güneş yeni doğmuştu.

      Gecekondunun kapısı tekrar açıldı. Bu sefer içeriye giren kişi aksamıyordu. Yerde ki kanları görünce seri adımlarla arkasında bir kişi daha olduğu halde eve girdiler. İkisininde başında kalpak hemen dikkat çekiyordu.  Bu delikanlılara sarkık ince uzun bıyıkları bir şahanelik katmıştı. Boyları uzun ve omuzları genişti. Sert bakışları ve dik duruşları yıkılmaz bir kaleyi andırıyordu.

     Fakat küçük salona girdiklerinde sert bakışlar buğulandı , dik duruş eğildi. Gördüklerinden dehşete düştüler. Kanepede her yeri kanlı , ağzı ve gözleri korkudan açılmış , sağ  kolu dirseğinden havaya kalmış,  sol kolu boşlukta sallanır vaziyette ölmüş arkadaşına bakıyorlardı.


                                                                                                                                       Ahmet Yavuz Yetim




GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!