Gönderen Konu: İlk Türklerin eski dünyanın dört tarafı ile temasları  (Okunma sayısı 21382 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
       

       İlk Türklerin eski dünyanın dört tarafı ile temasları

--------------------------------------------------------------------------------

Merhum Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Umumi Türk Tarihine Giriş adlı eserinin 10-11-12-13-14-15-16. Sayfalarından tarafımdan yalınlaştırılarak alınmıştır.

''Son zamanlarda Ön-Türk tarihine ilişkin, bazısı bağımsız eserler olmakla beraber, çoğunlukla başka konuların arasına karıştırılarak çeşitli görüşler ortaya atıldı. Bu yazılar, Türklerin tarih öncesi devirlerde, eski dünyanın çeşitli yerlerinde büyük medeniyetler meydana getiren toplumlarla temasta bulunarak varlık göstermiş olduklarını belirtmektedir ki, bunları dikkatle bellememiz gerekir''.

1- Viyanalı profesörlerden rahip W. Schmidt ve tarih öncesi profesörü O. Mengen, Önasya ve Nil sahasındaki eski büyük devlet ve medeniyetlerin Ortaasya’dan gelen göçebe, fakat teşkilâtçı ve asker kavimlerin yerli ziraatçı, teşkilâtsız ve oturak kavimlerin başına geçerek birleşmeleri ve kendilerine bağladıkları bu kavimler içinde eriyip gitmeleri neticesinde oluştuğunu ileri sürdüler. Ayrıca O. Mengen 1908 de Viyana Antropoloji ve Macar Arkeoloji Cemiyetleri dergilerinde yayınladığı yazılarında özellikle Kuzeyasya ve Kuzeyavrupa’da tarih öncesi incelemelerle ilgili kazılar sırasında bulunan hayvan kemiklerini inceleyerek, hayvan beslemeyi son paleolitik devirlerde Ural-Altay kavimlerinin Kuzey ve Ortaasya’da geliştirdiklerini ve bunların alıştıkları binicilik sayesinde, dünyaya egemen olma yoluna girdiklerini, fakat gittikleri yerlerde idareleri altına aldıkları çiftçi kavimler arasında onlarla etkileşime girerek zamanla benzeştikleri fikrini ortaya attı.

Eski Mısır tarihi uzmanlarından Schebesta’nın yukarı Nil’de rastladığı M.Ö. 2000 e ait göçebe kültürünün ve prof. Czermak’ın Nubie dili ile Türkçe arasında tespit ettiği ilişkinin bu tarihten önceleri paleolitik devirlerdeki Ural-Altay göçebelerinin istilâ izleri olabileceğini ileri sürdüler. [1]

W. Schmidt’in öğrencisi olan prof. W. Coppers’te, Viyana’da yayınlamakta olduğu Anthropos dergisinde ve bağımsız eserlerinde, bu düşünceyi destekledi. Yani bu kişiler bugüne kadar medeniyetler için bir felâket olarak kabul edilen Türk göçebeliğinin, eski dünyada çiftçi milletlerin kurdukları teşkilâtsız medeniyetleri teşkilâtlandırarak, onlara siyasi ve askeri güç kazandırarak onların, eserleri bize kadar ulaşan büyük medeniyetler şeklini almalarına sebep ve etken olduğunu ispatladılar.

[1]O. Mengen, Die Jungpaläolitische Knochenkultur und ihre weltgeschtliche Bedeutung, in Mitteilungen der Wiener Anthropologischen Gesellschaft, LXIII, 1928, s. 8-11; aynı tarihçi, Die Weltgeschichtliche Rolle der Uralaltaisvhen Völker, in Archealogiae Ertesitö, N. F. XLII, Budapest, 1928, s. 289-301. P. Schmidt, Tschermak vb. lere ait bibloğrafya da oradadır.

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
        2- Cermen kavimlerinin eski inançlarında ve halkiyatında Ural-Altay kavimleri ile pek eski bir etkileşim ve ilişki bulunduğunu gösteren unsurlar bulunduğu, daha ilk büyük cermenist kardeşler Jacub ve Wilhelm Grimm tarafından belgelenmişti. Keza Hindu-Cermen kavimleri arasına tarih öncesi devirlerde sokulmuş olan Etrüsk kavminin söylencesinde ve dilinde Türklerle teması gösteren noktaların bulunduğu tespit olunmuştu. Bunu zamanımızın eski diller bilgini Dr. W. Brandenstein de destekledi. [2]

Hindu-Cermenlerin kökeni meselesi ile uğraşan Dr. A. Nehring ve W. Koppers Asya ve Avrupa’da hayvanların evcilleştirilmesi konularıyla uğraşan Dr. Flor 1936 da yayınladıkları eserlerinde, Hindu-Cermenlerin son neolitik çağında Avrupa-Asya’nın birleştiği yerlerde yaşamış olduklarına dair kuramı esas edinerek, Hindu-Cermenlerin gerek atı, at kültünü ve at kurban etme adetlerini o bölgede kendilerine komşu yahut komşularına yakın olan Türklerden öğrenmiş olduklarını ileri sürdüler. Bunların fikrince Türkler, Türkçe <yılkıcılık> diyeceğimiz <pferdehirtinkultur> ü daha M.Ö. 2000 lerde ve belki daha önce ilerletmiş, Ural kavimleri ise daha önce boynuzlu hayvanları evcilleştirmişlerdi. [3]

Hindu-Cermen dillerinde Türkçeden Alınmış görünen kelimelerin adedi de çoktur. Bunların önemli bir bölümü hakkında çeşitli tartışmalar yürütülen diller arası ortak sözcüklerden oluşan kaynaklardan gelen yahut sanal benzeyişlerden ibaret olduğundan, bazı ilim adamlarının bu sözcüklere dayanarak Ural-Altay ve Hindu-Germen ilişkilerine dair kurdukları kesin olmayan akrabalık kuramları[4]konumuzun dışında kalmaktadır. Fakat Cermen dillerinde darı, bal gibi ziraat kültürüne Ait Türkçe sözlere benzer kelimelerin, daha tarihten önceki devirlerden kalma benzetimler olduğu hakkındaki fikirler önemlidir. Yani Cermenlere at, binicilik ve at kültü gibi, bazı ziraat kültürü mahsulleri ağaç ve bitkiler de Altay kavimleri aracılığıyla bildirilmiştir.


[2] W. Brendenstein, Etrüsk meselesinin şimdiki durumu, İkinci Türk Tarihi zabıtlarında Ankara, 1943, s.211-219
[3] A. Nehring, Studien zur İndogermanischen Kultur und Urheimat, d. Wiener Beitr äge zur Kulturgeschichte und Linguistik, II, 1936; W. Koppers Pferdeopfer und Pferdekultur der İndogermanen, aynısı Beitr äde’de, IV, 1936; s. 279-411; yine O, Eski Türkler ve eski Hindocermenler, d. Belleten, V (1941), s. 481-525. Altay- Ural’dan yayılan brekisefal homo-alpinus, Avrupa’daki dolikisefal homo-nordicus’ların yontma taş devrinde hayvancılık, çiftçilik, çanakçılık ve dokumacılıkları hakkında bkz. C. Autran, Sumerien et İndo-europeen; Paris, 1925 p. 140
[4] İsmail Hami Danişmend, Türklerle Hind-Avrupalıların menşe birliği, 2 cilt, 1935, 1937

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
          3- Önasya’nın Sümer, Elam ve Huri gibi eski medeni toplulukların belli bir etnik topluluğu temsil etmeyip, aynı zamanlarda Hindistan’da ve daha sonra M.Ö. 2000 de Uzakdoğu da büyük devletler ve medeniyet kuran kavimler gibi, biri diğerinin üzerine gelerek karışmış, birbirleri aralarında asimile olmamış topluluk katmanlarından ibaret olduğu anlaşılıyor. [5] Fakat bu karışık topluluklara brekisefal Ural-Altay kavimlerinin, özellikle atlı göçebe Türklerin de karışmış ve her tarafta kendi inanç, kültür ve dillerinin izlerini bırakmış oldukları kesindir.

En eski Sümerler brakisefaldi. Önasya eski tarihinin büyük alimi Hommel, eserlerinin birinde, Sümerleri tamamıyla bir Türk kavmi sayarak: ‘’Türk kavimlerinin eski atalarından bir şube M.Ö. 5000 senelerinde Ortaasya’daki anayurtlarından ayrılarak Önasya’ya gelmiş ve Sümerleri teşkil etmiştir. Bu Sümerlerin dillerinden kalan eserler Türkçenin o eski zamanlarda ne gibi bir şekil arzettiğini bize gösteriyor.’’ demiş; diğer bir eserinde de Sümerceden 350 kelimeyi Türkçe ile izah ederek Sümerce diye kendisinden bir Türkçe bile tertip eylemiştir. [6]

Her ne kadar son tetkikler Hommel’in görüşlerinin abartılı olduğunu göstermiş ve prof. V. Christian ile B. Landsberger gibilerin incelemeleri, Sümercede Türkçeden başka birçok Asya dillerinin ilk örnek şekillerinin izleri bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Fakat bu dilde ilâh manasındaki <<dingir>> sözcüğünün Türkçe <<Tengri>> demek olduğu, dahası <<de>> edatı, birinci tekil şahıs için M, ikinci şahıs için S ekleri, cümle zincirleme biçimi gibi nedenler bu dildeki Altay, özellikle Türk dillerine düşen bir pay olduğu da aynı prof. V. Christian ve B. Landsberger tarafından kabul edilen bir durumdur. <<Balta>> kelimesi de Sümer-Türk ortak kültür ürünleri arasında bulunmaktadır. [7]

Bundan başka Sümerlerin, eski İskitlerin, Hunların ve bir çok tarihi Türk kavimlerinin ölü gömme törenleri ile bir olduğu tespit edilen defin adetleri [8] Elam dilinde Türkçe ile ortak sözcükler, [9] bunlardaki at terbiyesi, Hurilerin dillerinin Türkçe ile akrabalık derecesini gösteren özellikleri ,[10] bu Hurilerde Türkistan’daki Huttal Türklerinin ve Önasya’da Selçuklular devrinin at terbiyesini andıran yılkıcılıkları [11] hep Önasya’da tarih öncesi Türk izlerini oluşturur.

[5] Sümerlerin ‘’konglomera’’ olduğunu O. Mengen de ileri sürmektedir. (Toplum bilimde ''konglemera'' birbiri üzerine gelen fakat asimile olmadan birlikte yaşayan topluluklar anlamındadır.)
[6] Hommel, Geschichie Babylons und Assyriens in Oncken’s Allagemenie Gescichte in Einzeldarstellungen, I, 252, aynı tarihçi, Die Verwandschaftverhaltnis der Sumerischen, in Fesischrift für P. W. Schmidt, Wien 1928, s. 67-74.
[7] V. Christian Die sprachliche Stellung des Sumerichen in Babilonica, XII, Paris, 1932. B. Landsberger, Sümerler, Ankara Dil Tarih Fakültesi Dergisi, 1943, N. 5, s. 95-96
[8] W. Koppers, d. Belleten, V. 488.
[9] Hamit Zübeyir, Elamca-Türkçe dil karabetliği, Ankara, 1937; W. Coppers Belleten, V, 524.
[10] W. Coppers, Anthropos, XXXI, 1936, s. 369-394
[11] E. Forrer, Strafication des langues et des peuples dans le Prochent-Orient Prehistorique, in JA, CCXVII, 1930, p. 227-257 ve G. Conteneau, La civilistion des Hittets et des mitannies, Paris, 1934, p. 79; Mustafa Selçuk Ar, Belleten VIII, 1944, s. 515-566

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
     4- Vedik Aryaniler gelmeden önceki Hindistan’da şimdi Mohenjo-Daro ve Harappa şehir harabelerinde meydana çıkarılan medeniyeti yaşatan kavmin de Avustroasiatik, İndonez kavimlerinin başka kavimlerle karışmasından meydana gelen bir melez unsur olduğu görülüyor; buna Altay uruklarından da karışma olduğu burada bulunan heykelcikler arasında, Ortaasya Türk tipinde ve saçları da, Cengiz Han'ın, eski bir Çinli tarafından yapılan resminde gördüğümüz gibi, şerit ile bağlanmış bir tanesi tanıklık ediyor. [12]

Mohenjo-daro’da bir su kültü hakim olmuştur; aynı kült, ölüleri suda defnetmekle günahlarından temizlemek, suda ölmeyi şerefli bir ölüm saymak, su ruhlarına inanmak şeklinde Amuderya ve Sırderya bölgesinde yaşayan eski Türkler arasında da kuvvetle yaşamıştır. [13] Türk dilinde Türklerin Vedik Aryaniler ile de temasta olduklarını gösteren sözcükler vardır. Bunları belirleyen Prof. G. Nemeth Türklerin bu sözcükleri, M.Ö. 1500 senelerinde Aral gölü bölgesinde yaşarken o zaman Hindistan’a geçmekte olan Vedik Aryanilerle temasta bulunurken almış olacaklarını zannediyor, ki pek yerindedir [14]. Diğer taraftan Buda dininin esasen bir tür Şamanizm demek olduğu hakkında, daha 11. Yüzyılda El-Birûni tarafından söylenen fikir [15], zamanımızda prof. W. Ruben’in incelemesi sayesinde onaylanmaktadır. Ruben bu dinde, Türklerin ağaç totemini, iki sınıf ve çift kral yöntemlerini, çoban ve demirci bir kavmin düşüncelerini tespit etmektedir [16] . W. Ruben, aynı zamanda Ural kavimlerinden <<Asur*>> kabilesinin tarihten önceki devirlerde (1500-1000 aralığında) Hindistan’a demir kültürü getirmiş olduklarını tespit etmektedir; (*Bu Asurluların Önasya’daki Asurlularla ilgisi yoktur.) zaten Macarlardan Dr. W. Von Hevesy'de Güney Hindistan’daki Munda dillerinde böyle bir eski Ural-Altay tabakasının izlerini incelemekle uğraşıyordu [17] .

*****



[12] Mohenjo-Daro medeniyeti’nin esası olan birinci tabaka M.Ö. 4000 e aittir. Bu Anau, Sus, Sümer medeniyetleriyle temas neticelerini arzeder. Mütehassısların fikrince bu medeniyeti Hindistan’a dışarıdan gelen kavimler kurmuş, sonra bu kavim Dravid ve bazı yerli Zenci kavimleriyle karışarak gittikçe gerilemiştir. (Will Durant, Historie de Civilisation, II, Paris, 1937) Bunların medeniyeti Sumerlerinki ile aşağı yukarı aynı seviyede bulunmaktadır; fakat aynı devirdeki Babil ve Mısır medeniyetinden yüksek idi. Maamafih Ur’daki evler Mohenjo-daro’dakilere nazaran daha basit ve iptidaidir. Mohenjo-Daro’da mükemmel kanallar, evler ve hamamlar vardı. Bunların Sümerler ve Babillilerle ticari, dini ve sanat münasebetleri olmuştur. Sanskrit yazısı Önasya’dan Vedik Aryaniler tarafından getirilmiş olacağı gibi, daha onlardan önceki Mohenjadaro devrindeki temaslar neticesinde gelmiş te olabilir. Mohenjo-Daro harabelerinde Ortaasya Türkleri tipinde heykelcikler bulunmuş. Bu statu’ları içinde bulunduran tabaka M.Ö. 3000-1300 seneleri arasına ait kültürleri arzeder. Şerit takmak Yunanlılarda da olmuşsa da burada bulunan resimdeki şeridin bağlanışı Cengizin Çin ustası tarafından yapılan resmindeki şeridi hatırlatıyor. (Cordon Childe’nin incelemesine göre L’Orient prehistorique, s. 192) Mohenjo-daro ahalisi ırk itibariyle karışık olmuştur. 1) Avustralyalı unsur ile birlikte 2) Sümer tipinde, fakat uzun başlı insanlar 3) Kısa başlı Alpin tipi, Ermeni tipi, Kiş ve Akkadda olduğu gibi 4) Mongol ve mongoloyid tiplerin kafatasları (Aynı tarihçiye göre s.270) Anau, Mohenjo-Daro ve Sus kültürleri arasındaki temas Siistan yoluyla vaki olmuştur.


[13] Eski Hind’de su kültü için bk. Sir John Marshall, Mohenjo-Daro and the İndus civilistion, London, 1931, I, 75-76; Oğuzlarda ve Hazarlarda su kültü için bk. Z. Velidi Togan, İbn Fadlans Reiseberitch Leipzig, 1939 (kısaltma İbn Fadlan, ona haşiyeler; İbn Fadlan hş. Diye geçecek) s. 226 ve Orientalistische Literaturzeitung, 1938, s. 115. Horezmlilerde su kültü olduğu El-Biruni’de zikredilmiştir. al-Athar al baqiya, Arapça metni, s. 237. Barthold (İstoriya oroşenya Turkestana, s. 71) Horezm su feriştesi ismi olan Vokhuş ismi ile Vakhş nehri ismini birleştirmiş, fakat Horezmlilerin dilindeki bu kelimenin Türkçe Ögüz kelimesiyle münasebeti olacağını zannetmemiştir. Bugün Vakhş nehrinde yaşayan Karluk ve saire Türklerin telâffuzu Oguş’tur. Horezmliler Amuderya’nın baş taraflarında hiçbir zaman bulunmadıkları için Okhuş ismi onların dilindeki bir kelime olamaz. Bence Oguş sözü Horezm ve Tokhar dillerine Ögüz sözünün guttural telâffuzundan ibarettir.

[14] Ülkü mecmuası, XV, 1940, s. 509-510

[15] El-Biruni’de, Al-Athar al-baqiya, s. 206 eksik olan bu kayıt bu kitabın Beyazıt Umumi Kütüphanesinde, 4667, yazma nüshasında, s. 208 de bulunmaktadır. Burada El-Birüni Çin ve Hind Budizmini Tokuz Oğuzların Şamanizmi ile birleştirmiştir ve <<insanlar edyanın zuhurundan ve Budasfin hurucundan önce hep Şamani idiler ve arzın şarki kısımlarını işgal ediyorlardı, Vethen’lere taparlardı, Hin, Çin ve Tokuz-Oğuzlarda bunların bakiyeleri vardır.>> demiştir. Eski Şamanizm ve Budizm münasebeti meselesi için bkz. G. Supka, Buddhistische Spuren in der Völkerwanderungskunst, d. Monatschrift für Kunustwissenschaft, X, 1917, s. 217-237.

[16] Ankara Dil-Tarih Fakültesi Dergisi, 1943, N. 5, s.117-124.

[17] Dil mütehassısı olmayan Dr. Hevesy’nin eseri (Finnisch-Ugrisches aus İndier, Wien, 1932 Mütehassısların tetkikine göre (bkz. Jras, 1934, 799 v. D.) kıymetsizdir. Hamid Zübeyir de bu eserde Türkçenin ihmal edildiğini ve Munda dillerindeki Arapça sözlerin Ural-Altay kelimeleri sanıldığını göstermiştir. (Belleten, III, 1939, s. 107-126). Koppers de Hindistan’ın yerli dillerinde, bilhassa Türkçenin tesiri olduğunu ve bunun M.Ö. 2500-1500 seneleri arasında, yani Aryanilerin Güney Asya’ya gelmelerinden evvelki bin senede vaki olduğu fikrindedir. Die Sprache, vol. I, Wien, 1949, s. 225. Fakat Dravid dilleri ile Ural-Altay dilleri arasında yakın münasebet bulunduğu hakkında geçen asırda Max Müller (1854) ve Cladwell (1856) tarafından ortaya atılan fikirler Fin dilcisi O. Donner tarafından (1880) 4. Müşteşrikler kongresindeki raporunda <<halis fantezi mahsülü>> olarak tavsif edilmiş, 1925 te F. O. Schrader tarafından tekrar ele alınarak, Ural dilleri ile Dravid dilleri arasında tarihten önceki devirlerde temasların aradaki ortak kelimelerle sabit olduğu ileri sürüldü. (Zeitschrift für İndologie und İranistik, III, s. 81-112) Şimdi son olarak İngiliz Hindologu T. Burrow bu meseleyi yeni baştan ele alarak, bu benzerliği Dravid dillerinin en az gelişmiş kavramlarını bildiren sözlerinde ve dilin esasını oluşturan kısımlarında (among the post primitive and essantiel elements of language) bulunduğunu ve bu benzerliğin kesin olduğunu (thuroughgoing correspondance, veya unambignous Dravidian and Uralian correspondances) tespit etmiştir. Ona göre Ural kavimleri Hindistan’a iki gurup olarak gelmiş, bunlardan bir kolu Dravidlerin diğeri de Kolaria’ların dilleri üzerinde etkili olmuştur. Bkz. Drawidian studies IV, d. Bullerin of the School of Oriental Studies, XI, 1944, s. 328-356.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
 Elinize, kaleminize sağlık, Ağabey...Tüm Türkçüler için oldukça faydalı bilgiler içeren bir paylaşım olmuş. İki otağın birleşmesiyle bilgi hazinenizden epey faydalanacağız.

 Bu arada Atsız Atamızın Hocası olan Büyük Türkçü Zeki Velidi Togan'ın Umumi Türk Tarihine Giriş adlı eserinden, her Türkçü'nün muhakkak okuması ve faydalanması gerekmektedir. Kendisinin ayrıca Türkistan Tarihi adlı eseri de, Ata Yurttaki Türk Tarihi konusunda doğru bilgi sahibi olmak isteyen kandaşlarımıza epey faydalı olacak bir başucu kitabıdır.

23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
        5-Uzakdoğu’nun eski devirlerinde orada Türklerin varlık gösterdiklerine dair deliller daha çok ve daha kuvvetlidir. Kuzey Çin’de bir kısım Türkün, Jong ve Tik adları altında, daha M.Ö 1328 den başlayıp ciddi bir siyasi kuvvetle var oldukları; bu Türklerin aynı Tik adı altında anılan, ancak Türk olmayan kavimleri dikkate alınmamak kaydıyla, ilk defa M.Ö 588 de, ikinci defa 433 te kuzeybatı Çin’den Moğolistan’a ve Cungarya taraflarına çekilmiş olduğu eski Çin kaynaklarından öğrenebildiğimiz olaylardır [18] . Bilginlerin bir bölümü Türk ve gayritürk Tiklere ait bilgileri ayırt edemedikleri halde, diğer bir bölümü Tik adının doğrudan Türk sözünün eski yazılış biçimi olduğunu ileri sürmektedirler [19]

Eski tarihçilerden Heradot’un <<Yurcae>>, Pilinius Secundus'un ve Pompenius Mela'nın <<Turcae>> adları altında andıkları bir kavmin M.Ö. 5. Yüzyılda ve daha sonraki çağlarda Edil (Volga) ile Yayık (Ural) nehirleri arasında yaşadığını biliyoruz. Eğer <<Tik>> adı, gerçekten <<Türk>> demek ise, milli adımızın Türk boylarından birinin adı olarak anılması, ilk defa M.Ö. 14. Yüzyıla kadar götürülebilen Çin söylencelerinde görülen bir ad olarak kabul etmek gerekir [20].

Kuzeybatı Çin’de varlık gösteren diğer bir kavim de Çu (Chou) lardır. Tiklerin bir bölümü olarakta gösterilen bu kavim Çin’e Türkistan’dan gelmiştir. M.Ö. 1116-247 yıllarında Çin’i yöneten bu Çu’ların bir Türk kavmi olduğu, daha geçen yüzyılda kabul edilmeğe başlayan bir fikirdir. [21] Bunlar Çin’e yeni bir yönetim sistemi ve yeni inanç biçimleri getirmişlerdir. Daha önceleri Çin’de, dünyayı yöneten büyük ilâh Sandi kültü yaygınken, Çu’lar onu ortadan kaldırıp, naturalizm ve kahramanlar kültünü yerleştirmişlerdir. [22] Çin’i daha önce (M.Ö. 1450-1117) yöneten Şang sülalesi zamanında Çin’in bunlara bağlı olan kısmında Türk tesiri görüldüğü, Japon bilgin S. Ogawa tarafından ileri sürülmekte, hatta Şang’ların dillerinin aslında Türkçe olduğu iddia olunmaktadır. [23] Galiba Çu’lar devrinde birisi sihirbazlık, diğeri din ilkelerini temsil etmek üzere , Türklerin çift krallık yönteminin egemen olduğu malumdur; bunlardan sihirbazlığı temsil eden kralın, Şanglardan kaldığı kabul edilmektedir [24]. G. Haloun ilk Çu krallarının adlarının 4 heceli olmasını dahi bunların Türklüğü ile ilgili görmektedir [25] . Bazı çağdaş siyasi Çin aydınlarının, eski Türk-Çin ilişkilerinden bahisle yazdıkları yazılarında, Çu hükümdarı Ton’un zamanından <<miras olarak>> bunlardan <<eti>, <<Kuta>>, <<anru>>, <<tay>> gibi Türkçe sözcüklerin kalmış olduğu eski Çin kaynaklarından alınarak yazıldı. [26]

Herhalde bu Çu’larda tamamıyla Türk kavimlerinde görülen bazı adetlerin hakim olduğunu gösteren kayıtlar, dil üzerine yapılan fikir yürütmelere oranla daha kuvvetlidir. Çu’larda ölmüş atalara nispetle uygulanan tabu, tamamen Türkçe olmuştur. [27]Çin’e atı ilk getiren bu Çu’lar olmuş; W. Koppers te onları Ortaasya’dan Çin’e yeni devletçilik sistemi getiren atlı Türkler olarak kabul etmektedir. [28] <<Çu>> sülâlesinin Türkistan’dan Çin’e gelmiş olması durumu, Mahmut Kaşgari'den aktarılan ve ilk Türk hakanlarından <<Şu>> nun yurduna batıdan Aryaniler tarafından yapılan bir baskı sonucunda Doğuya göçtüğüne dair eski Türk söylencesine zaman bakımından uymaktadır.

Prof. W. Eberhard Çin’in dil, milliyet ve medeniyetinin Önasya Sümerlerinde olduğu gibi kavimler tabakasının kaynaşması ürünü olduğunu, bunu öğrenme işine <<kenar kavimlerinin medeniyetleri>> ni incelemekten başlamanın en doğru yol olacağını ileri sürdü ve Çin millet ve medeniyetini meydana getiren milletlerin kalıntılarının varlıklarını Çin’in kenar ülkelerinde tarihte uzun zaman korudukları gibi, bugün dahi kısmen koruduklarını ortaya koydu. Eberhard’ın Çin kayıtları ile birlikte eski eser bulgularına dayanarak anlattığı şudur: Sarı ırmağa batıdan gelerek dökülen Wei nehri havzası Batıdan gelen kavimler için bir bozkır geçit yolunu oluşturmuş, burada M.Ö. 2000 de Yang-shao’da bulunan boyalı keramik kültürünü oluşturmuş; bu kültür Türklerin yardımı ile buraya kadar gelen, fakat Moğolistan ve Türkistan’da da yataklarını bulan bir Önasya kültürü unsurlarını içermektedir. Bu kültürü getiren Türkler Çu sülâlesini kurdular ve güneşin önemli bir yer tuttuğu natüralist bir din getirdiler. M.Ö. 1050 civarında bu Çu’ların Çinlilerle daha yakından karışması, Çin dil ve medeniyetine şimdi bildiğimiz son şeklini vermiştir. [29]

Finlandiyalı Mongolist ve Türkolog G. J. Ramstedt, Çin ve Kore dillerinin bugün konuşulan lehçeleri üzerinde incelemeler yaparak, Türk dilinin yalnız eski Çin dili üzerindeki tesirini tespit etmekle kalmamış, Türk dilinin en eski gelişim sahasının, kuzey Çin ve Kore bölgeleri olduğunu dahi ileri sürmüş; ve Kore dilinde bu en eski Türk dili unsurunun, daha iyi korunduğunu ve bu dilin eski bir Türk lehçesinden türediğini iddia etmiştir. Ramstedt ile 1937 de görüştüğümde, bu konuyu ispat eden zengin dil belgelerini ve bu materyalin <<Ş A Z>> ve <<L İ R>> Türk şiveleri ve Moğolca, Göktürk ve Hakani Türkçesi ile karşılaştırmalarını saatlerce anlatmıştı. Fakat bu bilgin bu malzemeden ancak pek az bir kısmını içine alan <<Türk Dilinin Kökeni>> konusu üzerine 1935 te Fin Ulûm akademisinde okuduğu bir rapordan [30] başka bir yayında bulunmamıştır. Ramstedt’in <<sino-kore>> de yani Çin ve Kore dillerinin her ikisinde de yer alan sözcükler gibi, ancak Korece de bulunan Türkçe, Moğolca, Göktürkçe’de, Uygurca’da, bugünkü Doğu ve Batı Türk lehçelerinde, Oğuzca’da, Karagas ve Altay şivelerinde yani <<Ş A Z>> (ki Ş-A-Z) sesleri kullanan) Türkçelerde ve eski Bulgar şivesi gibi <<L İ R>> (yani öteki sesler yerine L-İ-R sesleri kullanan)Türkçelerde, bunların hepsinde veya ancak ayrı şivelerinde bulunan sözcükler, Türkçenin tarihi seyrinin bağlı olduğu kurallara tam olarak mevcut bulunmakta ve bazı sözcükler Türk şivelerindeki değişmelerden ayrı kalarak eski ilkel şeklini korumaktadır.

Bu bakımdan bu sözcükler gerçekten bir prototürk veya prototürko-mongol dilinin örneklerini sunmaktadırlar. Örneğin, eski ve şimdiki ŞAZ Türkçelerimizde <<ağız>>, <<Başmaq>>, <<iş>> ve <<aş>> sözcükleri sino-kore’de eski Edil (Volga) LİR Türkçeleri ile ortak olmak üzere <<aguri>>, <<balmaq>>, <<il>> ve <<al>> şeklinde korunmuş; Uygurca’da ancak köy kâhyası manasına inen <<çupan>> sözcüğü, sino-kore de eski yüksek anlamını koruyarak, bakanın başkâtibi anlamını ifade etmektedir, <<yarım>> manasında Önasya Türkçelerinde kullanılan <<buçuk>> sözcüğü, Kore dilinde <<pçok>> olarak korunmuş; <<tuz>> sözü <<su kumu>> (yani sudan çıkan kum) anlamında <<sokom>> ile anlatılmış; devlet yönetimine ait terimlerden <<kagan>>, <<kan>> (han), <<tarhan>> sözcükleri <<ke-wan>>, <<kwan>> ve <<tar-kwan>> şekillerinde; dini ve fikri rehber anlamındaki <<kam>> (şaman) ise yalnızca <<kam>> olarak korunmuştur.

Ramstedt, bunlarda başka daha pek çok idari ve askeri teşkilât terimleri saymaktadır. Belki eski Önasya dilleri ve Vedik Aryanilerden önceki asya dillerinin kalıntıları aynı Ramstedt’in gerçek Türkolog ve mongoliste daha doğrusu Ural-Altayiste gereken geniş bilgiye dayanarak ve onun takip ettiği sert ilmi yönteme sadık kalarak incelenecek olursa belki o illerde de Türk ve Moğol dillerinin yalnız Uzakdoğu’da değil, Ön ve Güneyasya’nın o eski dillerinin kalıntılarında da bu prototürk yahut prototürko-mongol dilinin sözcükleri korunmuş olduğu ortaya çıkardı. Bunu ben ancak belki diye ihtiyat kaydıyla söylüyorum; çünkü belki Ramstedt’in Türk ve Moğol dillerinin ilk ortak şekillerinin örneklerini barındırmak hususunda Çin ve Kore dillerine ayrı bir önem vermek hakkı vardır.

[18] Kuzey Çin’de Şansi ilinde, sarı nehrin boyunda, onun batı ve kuzeyine uzanarak ve Çinlilere komşu olarak yaşamış M.Ö ki kavimlerin kuzeyli olanı Çin kaynaklarında Tik (yahut Di) ve batılı olanı da Jong adları ile anılmışlardır. Bu iki ad kardeş olan iki kavime verilmiş gibi görülüyor. (bkz. E. Chavannes, Les countries occedentaux apres l’historie des Wei, d. Toung Pao, 1905, p. 512)
Bunlardan bahseden Şi-Ki tarihi efsaneler biçimindedir. Herhalde Çinliler bu iki ad altında kendilerinden olmayan kuzey ve batı komşu kavimleri anlatmışlardır. Sarı ırmağın güneyinde oturan bir Tibet kavmi de Tik (Di) olarak adlandırılmıştır. (W. Eberhard, Çin’in şimal komşuları, s. 118)
Çin’in batı sınırlarına kadar uzanan Aryani ırkından kavimlerin bulunduğu ve onlara da Tik (di) denildiği Grum Grjimaylo tarafından ileri sürülmüş ve Grjimaylo bu Aryanilerin eski Uzakdoğu kavimlerinin geleceği üzerinde tesirlerine dair hayal mahsulü kuramlar üretmiştir. (Zapatnaya, Monolia II, 9-10 ve isimler fihristi)
Bu Tik’lere ait bilgilerde Türkler açık bir şekilde ayrılmaktadır. Tik ve Jong’lara ait ilk kayıt M.Ö. 1328 de (bkz. Grum Grjimaylo, a. e. s. 45) veya daha sonra gerçekleşen olaylarla başlar. <<Tik>> şeklinde okunan Çince işaretin <<Terk>> bunun da <<Türk>> demek olduğu sanılıyor. Genellikle bu Tiklerin Türk olduğu düşüncesi yaygındır. (bkz. Terrien de Lacouperie’in Museon, 1887, p 138. A.F Legendre, la civilisituon chnois moderne Paris 1926 p. 225-230; Fr. Hirth, The ancient history of China, 1908, p. 186)
Viyanalı çiniyatçı Dr. Maenchen-Helfen Dik veya Tik sözünün Çinlilerin Ding-ling şeklinde yazdıkları Türk kavmi adının kısaltılmış şekli olduğunu düşünmektedir. Herhalde Tik’lerin, Ding-ling adıyla anılan kavimlerin ataları oldukları sabittir. Bu Tik (Ding-ling) ler M.Ö. 463 ler de kuzeye göç ettiler (Grum Grjimaylo, s. 44), bunların bir kısmı Selenge nehri havzasında M.Ö. 200-85 arasında gözüküyor ve bu 85 yılında Hunlara yenilip, bağlandılar. Ding-linglerin diğer batılı kısmı aynı yıllarda Sırderya ile ırtış nehri arasındaki sahaları yani şimdiki Kazakistan’ı işgal eden büyük bir kavim olarak görüyoruz. Selenge Ding-ling (Tik) lerinin Uygurların atası olduğu kesindir; Sırderya-Irtış Ding-ling (Tik) lerini de G. Nemeth <<Türklerin>>, yani Tiyanşan’da büyük devlet kuran Göktürklerin atası sayıyor. Göktürk-Türgiş hakanı Kürsol’a ait Arap kayıtlarından öğrendiğimiz gibi, eti naht ederek kemiklerinden ayırmak, ya da Kırgızlarda olduğu gibi yakarak kemiği ayırmak adeti Tiklerde de olmuştur. (Grum Grjimaylo, s. 47-48)
Cücen (Avar) ler Usunlara baskı yapıp Tiyanşan’ın güneyinden çıkardıktan sonra (Hyacinth, Sobranye ııı, s. 162) bu Türk (ding-ling) ler Orta Tiyanşan’da onların yerini tutmuş olabilirler. Göktürklerin On-ok boyunun ataları sayılması gereken on kama ait söylencelerde bunlar Çin’den gelmiş ve oradan Orta Tiyanşan’a çömlekçilik, kazancılık vb. becerileri getirmiş olarak anlatılmıştır. (İbn Fadlan, hş. 281-312-313).
Yani bu söylenceler Göktürklerin atalarından 10 boyun bir zamanlar Çin taraflarında yaşayıp, oradan buraya döndüklerini anlatsa gerektir. Kıpçakların ataları da Ting-lin (Tik) olarak kabul ediliyor (Grum Grjimaylo, s. 54,59). Tik (Di) ler hakkında şu Çin kayıtları önemlidir; Hiun-nu’lar hangi dilde konuşuyorsa Kao-che (Huey-hu, yani Uygurlar) ile Ding-lingler aynı dili konuşuyorlar (Wei sülâlesi tarihi’nde, Eberhardt, a. e. s. 118). <<Gav-çiğ (yani Huay-hu Uygurlar )ler Kızıl Di (Tik)lerin bir kısmıdır, bu bakımdan bunların ilk adı Di-li idi. Ding-linglerle bunlar ve Hiung-nular hemen hemen aynı dili konuşuyorlardı.>> (Beişu’dan anlatan Eberhard, s. 72) Hiung-nu’lara Dağ-Jongları da denilmiştir. (Grum Gjimaylo, s. 84).
Eberhard’a göre Çinlilerin <<Di>> Tik için kullandıkları işaret köpeği anımsatır, bundan kurda da geçilebilir. Ki, Hiung-nu’ların totemidir. Jong’larda köpek söylencesi olmuş, bu yolla Di (Tik)ve Jonglar Hiung-nularla bağlanabilirler (Eberhard, a. e. 119). Tik ve Jongların M.Ö. 5. Yüzyıl ortasında Moğolistan’a ve Türkistan’a taşınmalarından önceki hayatlarında Çin kayıtlarından bir de şunlar mühimdir; Jong ve Tik’ler M.Ö. 781-771 yıllarında Çinde büyük sarsıntılar meydana getiren hadiselere sebep oldular (D. Groot, s. 9). Tikler Çin’in kuzey ve batı taraflarında Şan-si ilinin kuzey ve güneyinde büyük illere sahiptiler, Çinliler burasını Tiklerden almak uğraştılar. Bu jongların Kien Jong denen kısmı daha 7. Yüzyılın Hiung-nu olarak adlandırılıyordu. (D. Groot, s. 21). 627 de Beyaz Tiklerin beği Kio-K’üe adında birisi idi (D. Groot, s. 23), bu ad ‘’Kök’’ demek olacak. M.Ö. 670-60 yıllarınki olaylarda bu Tik’lerin büyük bir kısmına Suban (herhalde Subar) denildiği (D. Groot, s. 24); M.Ö. 593 yılı olaylarında Kızıl Tik’lerin büyük bir kısmının Liun-hu, diğerinin Tok-sin adlarındaki boylar oldukları anlatılıyor (D. Groot, s. 28). Burada anılan <<Tok-sin>> Ortatiyanşan’daki Göktürk boylarından <<Tukhsi>>leri hatırlatıyor, ki bu <<in>> edatı eski Türkçede kavim adlarına eklenmiştir. Burada yine Tik’lerin bir kısmı olmak üzere Tso-t’su-an adında bir boy anılmıştır (D. Groot, s. 28-29). Kızıl Tik’ler Çin kaynaklarında son defa olarak M.Ö. 453 te anılmışlardır. Yani Tik’ler bu tarihten sonra Moğolistan ve Türkistan tarafına taşındılar.
[19] Tik=Türk için bkz. Edkins d. Journek of China Branch of the Royal Asiatic Society, XXII, 228; Groot, Die Hunnen der vorchrislichen Zeit, Berlin, 1922, s. 5. (Bu birleştirmenin aleyhinde Grum Grjimaylo, Zap. Mongolia, II, 147.
[20] Zeki Velidi Togan İbn Fadlan hş. S. 215. K. Kretschmer, Yurkai yerine Plinius ve Mela’da Turcae gelmesi Heredot’tan bağımsız bir kaynaktan faydalanma sonucu olduğunu söylemiştir. Pauly- Wissowa, 2.1.1921, s. 922) M.Ö. 900 lerden önceki zamanları anlatan Çin rivayetleri söylence tarzındadır; Fakat onlardan diğer kayıtlar ve belgelerle karşılaştırma yoluyla faydalanılmaktadır.
[21] Çu’ların Türklüğü fikrini kabul eden Harletz, Les religions de la China, d. Museon, X, 1891, p. 128; aynı kişi la nationalite du peuple de Tschou, d. JA 8. XX (1892), p. 336. Bu Çu’ların Mu (Mou) adında bir prensinin M.Ö. 7. Yüzyılda Türkistan gezisi dolayısıyla bunların kökeninin Türk olduğu söylenmiştir. (bkz. JA, 1920, II, s. 153-154). Bkz. Yine Franke Geschiste des Chinesischen Reiches, I, 94-119.
[22] Çu’ların eski Çin dinini değiştirerek naturalizm ve kahraman kültü yerleştirmeleri konusu için bkz. Grum Grjimaylo, Zap. Mongolia, II, 52-53 ve Darmsteter d. JA, 1882, p. 130-131, Uzakdoğu’da demir kültürü için bkz. Grum Grjimaylo, a. e.s. 48-49; Münsterberg, Chinesische Kunstgeschichte, 1910, s. 31-77.
[23]Ogawa için bkz. Coppers Belleten, V. S. 494.
[24] Koppers, aynı yerde s. 393-394.
[25] G. Haloun, Contributions to the history of clan settlemen in ancient China d. Asia Major, I, 88, 107 burada Haloun Çu’ların secere sisteminin de Türklerin secere sistemi ile bir olduğunu söylemiştir.
[26] Wang-Pun-Son, Les relations sino-turques dans le passe d. Orient et Occident, Geneve, 1936, N. 8-9, s. 322-7. Edvard Erkes, Nene Bettrage zur Geschichte das Chou-Königs Yu, 1954, s. 12. Burada Çu hükümdarının 45.000 tutan esas kuvvetinin Hu-fan yani Yolbars hizbi Türkleri olduğu ve Çu’ların esas köklerini bu Hu-fan’ların oluşturduğu anlatılmıştır. Prof. Dumezill, 18-XI-1955 de İstanbul Üniversite’sinde verdiği konferansta, bu eski zamanlarda rastladığımız dil bakiyelerinin çoğunluğunun <<Ş A Z>> Türkçesinden olduğunu ileri sürdü.
[27] Legge, The Chinesse Classics, V, kısım I. S. 50.
[28] Koppers, Belleten V, 523.
[29] Eberhard, Eski Çin kültürü ve Türkler, ADTFDE 1943, N. 4, s. 32-36
[30] Ramsdeth bu fikirlerini Journal de la Societe Finno-Ougrienne, XLVIII, 1937, N. 4 Koreanisch Kes, Ding, Stuck adlı makalesinde, s. 18-19 da konu etmiştir.

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
Elinize, kaleminize sağlık, Ağabey...Tüm Türkçüler için oldukça faydalı bilgiler içeren bir paylaşım olmuş. İki otağın birleşmesiyle bilgi hazinenizden epey faydalanacağız.

 Bu arada aldığınız Atsız Atamızın Hocası olan Büyük Türkçü Zeki Velidi Togan'ın  Umumi Türk Tarihine Giriş adlı eser, her Türkçü'nün muhakkak okuması ve faydalanması gerekmektedir. Kendisinin ayrıca Türkistan Tarihi adlı eseri de Ata Yurttaki Türk Tarihi konusunda doğru bilgi sahibi olmak isteyen kandaşlarımıza epey faydalı olacak bir başucu kitabıdır.


Çok değerli Türk-Kan kardeşim. Türkçü sıfatıyla ortada olan bazı ağellerinde Türklüğe ve Türkçülüğe zaaf getiren yazıları gördükçe içim eziliyor. Kökeni ve amacı belirsiz kişilerin sanal ortama saçtıkları bir takım saçmalıklar yerine doğrudan merhum Togan Beğ'in Türk tarihinin genel çizgilerini çizdiği bu eserden faydalanmak bence en doğrusudur. Togan Beğ, gerçekten vicdan sahibi ve doğru tarih anlayışına sahip ulu bir kişiliktir. 

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
     6- Türklerin Orta Amerika medeniyetini yaşatmış olan kavimlerle temasları da ispat edilir bir davadır. Amerika’nın Asya’ya bakan sahillerinde yaşamakta olan ya da daha önce orada yaşamış olan yerli kabilelerin dillerinde Türkçeye benzeyen ve aynı manayı ifade eden sözcükler vardır. [31]

Meksikalılarda bulunan 12 hayvanlı takvim ve bunun <<güneşli-aylı>> şekli, ayın haftalara bölünmeyip 13 günlük iki parçaya ve 4 güne bölünmesi, yılın bazı kabilelerde 24 Şubat yahut 12 Martta başlatılması, 13 aylık hesap ve 28 ay menzili muhakkak Ortaasya’dan Kuzey Amerika’ya gelen kültürün açık izlerini teşkil eder. [32]

Diğer taraftan takvime ait incelemeler, <<Babil astronomisi>> nin, M. Ö. 1500 yıllarında Çin’e geldiğini göstermiştir. [33] Elâm’daki <<Anu>> ilahının da bu yoldan Çin’e geldiği hakkındaki kuram gibi, Sümer’lerdeki <<dingir>> sözcüğünün aslı, Moğollar’daki <<tenggeri>> şeklinden anlaşıldığı gibi, <<teng>> - <<eri>>, yani semanın sahibi demek olacağı ve sema anlamındaki bu Türkçe <<tenk>> kelimesinin, Çu’lar aracılığıyla <<t’ien>> şeklinde Çin’e ulaşmış olması da pek mümkündür. [33]

Ortaasya Türk ve Moğollarının Ülker yıldızının ve Ay’ın hareketlerinin birlikte değerlendirildiği hesaplara dayandırılan çok düzenli bir takvimleri olmuştur. Polonyalı mogolist W. Kotviç, bu takvimin bazı parçalarını bulup yayınlamıştır. Ben, bunun tam şeklinin Cungarya Kazak-Kırgızları arasında yaşamakta olduğunu öğrenerek, merhum tarihçi Murad Remzi aracılığıyla tesbit ettirerek oradan getirttim ve Berlin yakınındaki Dahlem Rasad Hesapları Ensitüsü müdürü Prof. A. Kopff ile birlikte inceledik. Bu takvimdeki bazı ayların mevsiminden uzaklaşmış bulunması, takvimin herhalde M.Ö. 2. Binlerde başlamış olduğunu gösterdi. Fakat bu incelemenin neticesini şimdiye kadar yayınlayamadım. [34]

Herhalde bu anlattıklarımız gibi dilimiz ve etnografyamıza ait gelecekte yapılacak incelemeler, tarihten önceki devirlerde eski Önasya kültürünün Uzakdoğu’ya taşınmasında Ortaasya’nın aracı olduğunu ve Ön-Türklerin Asya’nın her köşesindeki ve Doğuavrupada’ki medeni kavimlerle karşılıklı etkileri doğuran uzun temaslarda bulunduklarını, şimdikine oranla daha büyük bir açıklıkla gösterecektir. Türkler ve diğer Ural- Altaylılar için eski dünyanın bu gibi çeşitli yerleri ile ilişkide bulunmak için uygun olan vatan, herhalde Ortaasya’nın şimdiki Tiyanşan- Pamir sahaları olmuştur.

[31] Toung – Dekien, De origine des Americains pre columbiens, d. Memorie, presente au XX em Congres İnternationale des Americanists, reuni a Rio de Janerio, 1922, s. 23-25; yerlilerden Huron’ların lehçesinde <<güneş>> manasında <<kon>>; Alguquin lehçesinde bu sözcük <<gün (kün)>> anlamında kullanılmaktadır. Luli lehçesinde <<ev>> anlamında <<yuva>>, keza <<ırmak>> anlamında atil, Meksika hierogliflerinde <<su>> anlamında aynı atil gelmektedir.
[32] F. Röck, Vergleichende Betrachtung zum Kalender der alten Mexikaner, d. Der Noue Pjlug , Wien, 1927, Heft, 2 s. 1-21; aynı yazar, Kalenderkreise und Kalenderschecht in alten Mexica und Mittelamerica, d. Festschrift für P, W. Schmidt , s. 610-628; aynı yazar, Das Jahr von 369 Tagen und sine Gliederung, d. Wiener Beitrage zur Kulturgeschichte und Linguistik, I, 1930, s. 254-88, aynı yazar daha ayrıntılı olarak Mitteilungen der Wiener Antropologischen Gesellschaft, 1922, s. 90-135 te bu meseleyi kısmen doğu kaynaklarına başvurarak açıklamıştır.
[33] Mitteilungen der Wiener Antropologischen Gesellschaft, 1922, s. 73.
[34] Rene Grousset, Historie de l’extreme Orient, I, s. 176-8 (Arne’den), yine W. Coppers, Belleten, V, 492 (Götz’den).

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
       Altıncı iletiyle birlikte Merhum Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'ın Umumi Türk Tarihi'ne Giriş adlı eserindeki, ''İlk Türklerin eski dünyanın dört tarafı ile temasları'' bahsini bitirmiş olduk. İlgili yazılar bu eserin 10-11-12-13-14-15-16. sayfalarında yer almaktadır. Merhumun uçmağa varışının 40. yılında biz de onu böylece anmış olalım. Kutlu ruhu şad olsun. Hoca, yazımıza konu olan eserinin son baskısındaki önsöze yapılan eklemede şöyle diyor; ''Bu kitap, 1944-45 senelerinde, biz Tophane'de hapiste tutulduğumuz zaman yazılmıştı ve orada, dostların maddi yardımıyla basımına başlanmıştı. Fakat kitabın yazılışı zamanında kütüphanelerden uzak bulunduğumdan ve kendi kütüphanemden de ancak mahdut (sınırlı) eserler getirmek mümkün olduğundan birçok isimlerin yerleri eksik kalmıştı. İkinci tabında (basımında) bu eksikleri tamamlayacağımı umarak kendi nüshamın kenarlarına notlar yazmıştım. Eski harflerle olan bu notların hepsini arkadaşlarım okuyamadılar. Ben de fazla meşguliyet yüzünden kendim makine ile yazmaya fırsat bulamadım. Mamafih (bununla beraber) asistanım Tuncer Baykara bu yazı ve notlardan istifade etmekte fedakârlığını eksik etmedi. Bu sene çıkan <<Tarihte Usul>> kitabımın yeni tabında da aynı mahzurlar (sakıncalar) vardı. Onun tashihlerini(düzeltmelerini) de Tuncer Baykara yapmıştı. Kendisine bu gayretinden dolayı çok teşekkür ederim.''
17 Nisan 1970 Cerrahpaşa
Ord. Prof. A. Zeki Velidi Togan

Zeki Velidi Togan Beğ bu satırları yazdıktan yaklaşık 3 ay sonra uçmağa vardı. O, en zor koşullarda bile görevini aksatmadı, Anau'dan Osmanlı'ya, Cengiz Han'dan Fatih'e kadar eksi 9.000 ler den 1500 lere kadar Türk tarihinin ana hatlarını çizdiği bu olağanüstü eserini Türk milletine armağan etti. Ürettiği eserler de herhalde O'nun beynindekilerin ancak küçük bir bölümünü oluşturabildi. Ruhu şad olsun.

Çevrimdışı Türkçü

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 53
"En eski Sümerler brakisefaldi. Önasya eski tarihinin büyük alimi Hommel, eserlerinin birinde, Sümerleri tamamıyla bir Türk kavmi sayarak: ‘’Türk kavimlerinin eski atalarından bir şube M.Ö. 5000 senelerinde Ortaasya’daki anayurtlarından ayrılarak Önasya’ya gelmiş ve Sümerleri teşkil etmiştir. Bu Sümerlerin dillerinden kalan eserler Türkçenin o eski zamanlarda ne gibi bir şekil arzettiğini bize gösteriyor.’’ demiş; diğer bir eserinde de Sümerceden 350 kelimeyi Türkçe ile izah ederek Sümerce diye kendisinden bir Türkçe bile tertip eylemiştir. [6]"

Günümüzün en önemli Sümer Tarihçilerinden biri olan (sümerolog) Muazzez İlmiye Çığ'ın da Sümerler'in Türk'ler ile ilişkilerine değiniyordu fakat kesinlik olduğunu belirtmiyordu. Buna rağmen Türk'ler ile Sümer'lerin ilişkileri olduğuna dair kesin tezleri mevcuttu.

Bu duruma şöyle yaklaşıyorum; Sümerce ile Türkçe arasında kelime alış verişi yapıldığını kimse inkar etmiyor fakat Sümer'ler asla Türk olamaz tezini savunanlar mevcut hatta Türkler'in tarihini bir kaç bin yıldan öte olamadığını savunanlarda var.
Madem Sümerce ile Türkçe arasında kelime alışverişi var, o halde bazı çevrelerin kabullenmediği Türk'lerin ne kadar eski ve büyük bir uygarlık olduğu sorununa da bu halde yanıt bumuş oluyoruz yani; ilk medeniyet olarak gördükleri Sümer'ler kadar eskidir!
Kim bilir belki daha da eskidir!

Doyurucu bilgiler için de sonsuz teşekkürler.
.....
"Ölüm değil bize tasa,
Biz kartalız, hayat ökse.
Yavuz düşman kılıç çalsa
Yumruğumla çelemem mi?

Kırgız atım yağız olsa,
Yol gösteren yıldız olsa.
Bahtiyarlık bir kız olsa,
Silâh çekip alamam mı?

BAHTİYARLIK BENİM TASAM,
FAKAT O BİR ZEHİRLİ SAM,
BİRŞEY BİLE YAPAMASAM,
ERCESİNE ÖLEMEM Mİ?"