5-Uzakdoğu’nun eski devirlerinde orada Türklerin varlık gösterdiklerine dair deliller daha çok ve daha kuvvetlidir. Kuzey Çin’de bir kısım Türkün, Jong ve Tik adları altında, daha M.Ö 1328 den başlayıp ciddi bir siyasi kuvvetle var oldukları; bu Türklerin aynı Tik adı altında anılan, ancak Türk olmayan kavimleri dikkate alınmamak kaydıyla, ilk defa M.Ö 588 de, ikinci defa 433 te kuzeybatı Çin’den Moğolistan’a ve Cungarya taraflarına çekilmiş olduğu eski Çin kaynaklarından öğrenebildiğimiz olaylardır [18] . Bilginlerin bir bölümü Türk ve gayritürk Tiklere ait bilgileri ayırt edemedikleri halde, diğer bir bölümü Tik adının doğrudan Türk sözünün eski yazılış biçimi olduğunu ileri sürmektedirler [19]
Eski tarihçilerden Heradot’un <<Yurcae>>, Pilinius Secundus'un ve Pompenius Mela'nın <<Turcae>> adları altında andıkları bir kavmin M.Ö. 5. Yüzyılda ve daha sonraki çağlarda Edil (Volga) ile Yayık (Ural) nehirleri arasında yaşadığını biliyoruz. Eğer <<Tik>> adı, gerçekten <<Türk>> demek ise, milli adımızın Türk boylarından birinin adı olarak anılması, ilk defa M.Ö. 14. Yüzyıla kadar götürülebilen Çin söylencelerinde görülen bir ad olarak kabul etmek gerekir [20].
Kuzeybatı Çin’de varlık gösteren diğer bir kavim de Çu (Chou) lardır. Tiklerin bir bölümü olarakta gösterilen bu kavim Çin’e Türkistan’dan gelmiştir. M.Ö. 1116-247 yıllarında Çin’i yöneten bu Çu’ların bir Türk kavmi olduğu, daha geçen yüzyılda kabul edilmeğe başlayan bir fikirdir. [21] Bunlar Çin’e yeni bir yönetim sistemi ve yeni inanç biçimleri getirmişlerdir. Daha önceleri Çin’de, dünyayı yöneten büyük ilâh Sandi kültü yaygınken, Çu’lar onu ortadan kaldırıp, naturalizm ve kahramanlar kültünü yerleştirmişlerdir. [22] Çin’i daha önce (M.Ö. 1450-1117) yöneten Şang sülalesi zamanında Çin’in bunlara bağlı olan kısmında Türk tesiri görüldüğü, Japon bilgin S. Ogawa tarafından ileri sürülmekte, hatta Şang’ların dillerinin aslında Türkçe olduğu iddia olunmaktadır. [23] Galiba Çu’lar devrinde birisi sihirbazlık, diğeri din ilkelerini temsil etmek üzere , Türklerin çift krallık yönteminin egemen olduğu malumdur; bunlardan sihirbazlığı temsil eden kralın, Şanglardan kaldığı kabul edilmektedir [24]. G. Haloun ilk Çu krallarının adlarının 4 heceli olmasını dahi bunların Türklüğü ile ilgili görmektedir [25] . Bazı çağdaş siyasi Çin aydınlarının, eski Türk-Çin ilişkilerinden bahisle yazdıkları yazılarında, Çu hükümdarı Ton’un zamanından <<miras olarak>> bunlardan <<eti>, <<Kuta>>, <<anru>>, <<tay>> gibi Türkçe sözcüklerin kalmış olduğu eski Çin kaynaklarından alınarak yazıldı. [26]
Herhalde bu Çu’larda tamamıyla Türk kavimlerinde görülen bazı adetlerin hakim olduğunu gösteren kayıtlar, dil üzerine yapılan fikir yürütmelere oranla daha kuvvetlidir. Çu’larda ölmüş atalara nispetle uygulanan tabu, tamamen Türkçe olmuştur. [27]Çin’e atı ilk getiren bu Çu’lar olmuş; W. Koppers te onları Ortaasya’dan Çin’e yeni devletçilik sistemi getiren atlı Türkler olarak kabul etmektedir. [28] <<Çu>> sülâlesinin Türkistan’dan Çin’e gelmiş olması durumu, Mahmut Kaşgari'den aktarılan ve ilk Türk hakanlarından <<Şu>> nun yurduna batıdan Aryaniler tarafından yapılan bir baskı sonucunda Doğuya göçtüğüne dair eski Türk söylencesine zaman bakımından uymaktadır.
Prof. W. Eberhard Çin’in dil, milliyet ve medeniyetinin Önasya Sümerlerinde olduğu gibi kavimler tabakasının kaynaşması ürünü olduğunu, bunu öğrenme işine <<kenar kavimlerinin medeniyetleri>> ni incelemekten başlamanın en doğru yol olacağını ileri sürdü ve Çin millet ve medeniyetini meydana getiren milletlerin kalıntılarının varlıklarını Çin’in kenar ülkelerinde tarihte uzun zaman korudukları gibi, bugün dahi kısmen koruduklarını ortaya koydu. Eberhard’ın Çin kayıtları ile birlikte eski eser bulgularına dayanarak anlattığı şudur: Sarı ırmağa batıdan gelerek dökülen Wei nehri havzası Batıdan gelen kavimler için bir bozkır geçit yolunu oluşturmuş, burada M.Ö. 2000 de Yang-shao’da bulunan boyalı keramik kültürünü oluşturmuş; bu kültür Türklerin yardımı ile buraya kadar gelen, fakat Moğolistan ve Türkistan’da da yataklarını bulan bir Önasya kültürü unsurlarını içermektedir. Bu kültürü getiren Türkler Çu sülâlesini kurdular ve güneşin önemli bir yer tuttuğu natüralist bir din getirdiler. M.Ö. 1050 civarında bu Çu’ların Çinlilerle daha yakından karışması, Çin dil ve medeniyetine şimdi bildiğimiz son şeklini vermiştir. [29]
Finlandiyalı Mongolist ve Türkolog G. J. Ramstedt, Çin ve Kore dillerinin bugün konuşulan lehçeleri üzerinde incelemeler yaparak, Türk dilinin yalnız eski Çin dili üzerindeki tesirini tespit etmekle kalmamış, Türk dilinin en eski gelişim sahasının, kuzey Çin ve Kore bölgeleri olduğunu dahi ileri sürmüş; ve Kore dilinde bu en eski Türk dili unsurunun, daha iyi korunduğunu ve bu dilin eski bir Türk lehçesinden türediğini iddia etmiştir. Ramstedt ile 1937 de görüştüğümde, bu konuyu ispat eden zengin dil belgelerini ve bu materyalin <<Ş A Z>> ve <<L İ R>> Türk şiveleri ve Moğolca, Göktürk ve Hakani Türkçesi ile karşılaştırmalarını saatlerce anlatmıştı. Fakat bu bilgin bu malzemeden ancak pek az bir kısmını içine alan <<Türk Dilinin Kökeni>> konusu üzerine 1935 te Fin Ulûm akademisinde okuduğu bir rapordan [30] başka bir yayında bulunmamıştır. Ramstedt’in <<sino-kore>> de yani Çin ve Kore dillerinin her ikisinde de yer alan sözcükler gibi, ancak Korece de bulunan Türkçe, Moğolca, Göktürkçe’de, Uygurca’da, bugünkü Doğu ve Batı Türk lehçelerinde, Oğuzca’da, Karagas ve Altay şivelerinde yani <<Ş A Z>> (ki Ş-A-Z) sesleri kullanan) Türkçelerde ve eski Bulgar şivesi gibi <<L İ R>> (yani öteki sesler yerine L-İ-R sesleri kullanan)Türkçelerde, bunların hepsinde veya ancak ayrı şivelerinde bulunan sözcükler, Türkçenin tarihi seyrinin bağlı olduğu kurallara tam olarak mevcut bulunmakta ve bazı sözcükler Türk şivelerindeki değişmelerden ayrı kalarak eski ilkel şeklini korumaktadır.
Bu bakımdan bu sözcükler gerçekten bir prototürk veya prototürko-mongol dilinin örneklerini sunmaktadırlar. Örneğin, eski ve şimdiki ŞAZ Türkçelerimizde <<ağız>>, <<Başmaq>>, <<iş>> ve <<aş>> sözcükleri sino-kore’de eski Edil (Volga) LİR Türkçeleri ile ortak olmak üzere <<aguri>>, <<balmaq>>, <<il>> ve <<al>> şeklinde korunmuş; Uygurca’da ancak köy kâhyası manasına inen <<çupan>> sözcüğü, sino-kore de eski yüksek anlamını koruyarak, bakanın başkâtibi anlamını ifade etmektedir, <<yarım>> manasında Önasya Türkçelerinde kullanılan <<buçuk>> sözcüğü, Kore dilinde <<pçok>> olarak korunmuş; <<tuz>> sözü <<su kumu>> (yani sudan çıkan kum) anlamında <<sokom>> ile anlatılmış; devlet yönetimine ait terimlerden <<kagan>>, <<kan>> (han), <<tarhan>> sözcükleri <<ke-wan>>, <<kwan>> ve <<tar-kwan>> şekillerinde; dini ve fikri rehber anlamındaki <<kam>> (şaman) ise yalnızca <<kam>> olarak korunmuştur.
Ramstedt, bunlarda başka daha pek çok idari ve askeri teşkilât terimleri saymaktadır. Belki eski Önasya dilleri ve Vedik Aryanilerden önceki asya dillerinin kalıntıları aynı Ramstedt’in gerçek Türkolog ve mongoliste daha doğrusu Ural-Altayiste gereken geniş bilgiye dayanarak ve onun takip ettiği sert ilmi yönteme sadık kalarak incelenecek olursa belki o illerde de Türk ve Moğol dillerinin yalnız Uzakdoğu’da değil, Ön ve Güneyasya’nın o eski dillerinin kalıntılarında da bu prototürk yahut prototürko-mongol dilinin sözcükleri korunmuş olduğu ortaya çıkardı. Bunu ben ancak belki diye ihtiyat kaydıyla söylüyorum; çünkü belki Ramstedt’in Türk ve Moğol dillerinin ilk ortak şekillerinin örneklerini barındırmak hususunda Çin ve Kore dillerine ayrı bir önem vermek hakkı vardır.
[18] Kuzey Çin’de Şansi ilinde, sarı nehrin boyunda, onun batı ve kuzeyine uzanarak ve Çinlilere komşu olarak yaşamış M.Ö ki kavimlerin kuzeyli olanı Çin kaynaklarında Tik (yahut Di) ve batılı olanı da Jong adları ile anılmışlardır. Bu iki ad kardeş olan iki kavime verilmiş gibi görülüyor. (bkz. E. Chavannes, Les countries occedentaux apres l’historie des Wei, d. Toung Pao, 1905, p. 512)
Bunlardan bahseden Şi-Ki tarihi efsaneler biçimindedir. Herhalde Çinliler bu iki ad altında kendilerinden olmayan kuzey ve batı komşu kavimleri anlatmışlardır. Sarı ırmağın güneyinde oturan bir Tibet kavmi de Tik (Di) olarak adlandırılmıştır. (W. Eberhard, Çin’in şimal komşuları, s. 118)
Çin’in batı sınırlarına kadar uzanan Aryani ırkından kavimlerin bulunduğu ve onlara da Tik (di) denildiği Grum Grjimaylo tarafından ileri sürülmüş ve Grjimaylo bu Aryanilerin eski Uzakdoğu kavimlerinin geleceği üzerinde tesirlerine dair hayal mahsulü kuramlar üretmiştir. (Zapatnaya, Monolia II, 9-10 ve isimler fihristi)
Bu Tik’lere ait bilgilerde Türkler açık bir şekilde ayrılmaktadır. Tik ve Jong’lara ait ilk kayıt M.Ö. 1328 de (bkz. Grum Grjimaylo, a. e. s. 45) veya daha sonra gerçekleşen olaylarla başlar. <<Tik>> şeklinde okunan Çince işaretin <<Terk>> bunun da <<Türk>> demek olduğu sanılıyor. Genellikle bu Tiklerin Türk olduğu düşüncesi yaygındır. (bkz. Terrien de Lacouperie’in Museon, 1887, p 138. A.F Legendre, la civilisituon chnois moderne Paris 1926 p. 225-230; Fr. Hirth, The ancient history of China, 1908, p. 186)
Viyanalı çiniyatçı Dr. Maenchen-Helfen Dik veya Tik sözünün Çinlilerin Ding-ling şeklinde yazdıkları Türk kavmi adının kısaltılmış şekli olduğunu düşünmektedir. Herhalde Tik’lerin, Ding-ling adıyla anılan kavimlerin ataları oldukları sabittir. Bu Tik (Ding-ling) ler M.Ö. 463 ler de kuzeye göç ettiler (Grum Grjimaylo, s. 44), bunların bir kısmı Selenge nehri havzasında M.Ö. 200-85 arasında gözüküyor ve bu 85 yılında Hunlara yenilip, bağlandılar. Ding-linglerin diğer batılı kısmı aynı yıllarda Sırderya ile ırtış nehri arasındaki sahaları yani şimdiki Kazakistan’ı işgal eden büyük bir kavim olarak görüyoruz. Selenge Ding-ling (Tik) lerinin Uygurların atası olduğu kesindir; Sırderya-Irtış Ding-ling (Tik) lerini de G. Nemeth <<Türklerin>>, yani Tiyanşan’da büyük devlet kuran Göktürklerin atası sayıyor. Göktürk-Türgiş hakanı Kürsol’a ait Arap kayıtlarından öğrendiğimiz gibi, eti naht ederek kemiklerinden ayırmak, ya da Kırgızlarda olduğu gibi yakarak kemiği ayırmak adeti Tiklerde de olmuştur. (Grum Grjimaylo, s. 47-48)
Cücen (Avar) ler Usunlara baskı yapıp Tiyanşan’ın güneyinden çıkardıktan sonra (Hyacinth, Sobranye ııı, s. 162) bu Türk (ding-ling) ler Orta Tiyanşan’da onların yerini tutmuş olabilirler. Göktürklerin On-ok boyunun ataları sayılması gereken on kama ait söylencelerde bunlar Çin’den gelmiş ve oradan Orta Tiyanşan’a çömlekçilik, kazancılık vb. becerileri getirmiş olarak anlatılmıştır. (İbn Fadlan, hş. 281-312-313).
Yani bu söylenceler Göktürklerin atalarından 10 boyun bir zamanlar Çin taraflarında yaşayıp, oradan buraya döndüklerini anlatsa gerektir. Kıpçakların ataları da Ting-lin (Tik) olarak kabul ediliyor (Grum Grjimaylo, s. 54,59). Tik (Di) ler hakkında şu Çin kayıtları önemlidir; Hiun-nu’lar hangi dilde konuşuyorsa Kao-che (Huey-hu, yani Uygurlar) ile Ding-lingler aynı dili konuşuyorlar (Wei sülâlesi tarihi’nde, Eberhardt, a. e. s. 118). <<Gav-çiğ (yani Huay-hu Uygurlar )ler Kızıl Di (Tik)lerin bir kısmıdır, bu bakımdan bunların ilk adı Di-li idi. Ding-linglerle bunlar ve Hiung-nular hemen hemen aynı dili konuşuyorlardı.>> (Beişu’dan anlatan Eberhard, s. 72) Hiung-nu’lara Dağ-Jongları da denilmiştir. (Grum Gjimaylo, s. 84).
Eberhard’a göre Çinlilerin <<Di>> Tik için kullandıkları işaret köpeği anımsatır, bundan kurda da geçilebilir. Ki, Hiung-nu’ların totemidir. Jong’larda köpek söylencesi olmuş, bu yolla Di (Tik)ve Jonglar Hiung-nularla bağlanabilirler (Eberhard, a. e. 119). Tik ve Jongların M.Ö. 5. Yüzyıl ortasında Moğolistan’a ve Türkistan’a taşınmalarından önceki hayatlarında Çin kayıtlarından bir de şunlar mühimdir; Jong ve Tik’ler M.Ö. 781-771 yıllarında Çinde büyük sarsıntılar meydana getiren hadiselere sebep oldular (D. Groot, s. 9). Tikler Çin’in kuzey ve batı taraflarında Şan-si ilinin kuzey ve güneyinde büyük illere sahiptiler, Çinliler burasını Tiklerden almak uğraştılar. Bu jongların Kien Jong denen kısmı daha 7. Yüzyılın Hiung-nu olarak adlandırılıyordu. (D. Groot, s. 21). 627 de Beyaz Tiklerin beği Kio-K’üe adında birisi idi (D. Groot, s. 23), bu ad ‘’Kök’’ demek olacak. M.Ö. 670-60 yıllarınki olaylarda bu Tik’lerin büyük bir kısmına Suban (herhalde Subar) denildiği (D. Groot, s. 24); M.Ö. 593 yılı olaylarında Kızıl Tik’lerin büyük bir kısmının Liun-hu, diğerinin Tok-sin adlarındaki boylar oldukları anlatılıyor (D. Groot, s. 28). Burada anılan <<Tok-sin>> Ortatiyanşan’daki Göktürk boylarından <<Tukhsi>>leri hatırlatıyor, ki bu <<in>> edatı eski Türkçede kavim adlarına eklenmiştir. Burada yine Tik’lerin bir kısmı olmak üzere Tso-t’su-an adında bir boy anılmıştır (D. Groot, s. 28-29). Kızıl Tik’ler Çin kaynaklarında son defa olarak M.Ö. 453 te anılmışlardır. Yani Tik’ler bu tarihten sonra Moğolistan ve Türkistan tarafına taşındılar.
[19] Tik=Türk için bkz. Edkins d. Journek of China Branch of the Royal Asiatic Society, XXII, 228; Groot, Die Hunnen der vorchrislichen Zeit, Berlin, 1922, s. 5. (Bu birleştirmenin aleyhinde Grum Grjimaylo, Zap. Mongolia, II, 147.
[20] Zeki Velidi Togan İbn Fadlan hş. S. 215. K. Kretschmer, Yurkai yerine Plinius ve Mela’da Turcae gelmesi Heredot’tan bağımsız bir kaynaktan faydalanma sonucu olduğunu söylemiştir. Pauly- Wissowa, 2.1.1921, s. 922) M.Ö. 900 lerden önceki zamanları anlatan Çin rivayetleri söylence tarzındadır; Fakat onlardan diğer kayıtlar ve belgelerle karşılaştırma yoluyla faydalanılmaktadır.
[21] Çu’ların Türklüğü fikrini kabul eden Harletz, Les religions de la China, d. Museon, X, 1891, p. 128; aynı kişi la nationalite du peuple de Tschou, d. JA 8. XX (1892), p. 336. Bu Çu’ların Mu (Mou) adında bir prensinin M.Ö. 7. Yüzyılda Türkistan gezisi dolayısıyla bunların kökeninin Türk olduğu söylenmiştir. (bkz. JA, 1920, II, s. 153-154). Bkz. Yine Franke Geschiste des Chinesischen Reiches, I, 94-119.
[22] Çu’ların eski Çin dinini değiştirerek naturalizm ve kahraman kültü yerleştirmeleri konusu için bkz. Grum Grjimaylo, Zap. Mongolia, II, 52-53 ve Darmsteter d. JA, 1882, p. 130-131, Uzakdoğu’da demir kültürü için bkz. Grum Grjimaylo, a. e.s. 48-49; Münsterberg, Chinesische Kunstgeschichte, 1910, s. 31-77.
[23]Ogawa için bkz. Coppers Belleten, V. S. 494.
[24] Koppers, aynı yerde s. 393-394.
[25] G. Haloun, Contributions to the history of clan settlemen in ancient China d. Asia Major, I, 88, 107 burada Haloun Çu’ların secere sisteminin de Türklerin secere sistemi ile bir olduğunu söylemiştir.
[26] Wang-Pun-Son, Les relations sino-turques dans le passe d. Orient et Occident, Geneve, 1936, N. 8-9, s. 322-7. Edvard Erkes, Nene Bettrage zur Geschichte das Chou-Königs Yu, 1954, s. 12. Burada Çu hükümdarının 45.000 tutan esas kuvvetinin Hu-fan yani Yolbars hizbi Türkleri olduğu ve Çu’ların esas köklerini bu Hu-fan’ların oluşturduğu anlatılmıştır. Prof. Dumezill, 18-XI-1955 de İstanbul Üniversite’sinde verdiği konferansta, bu eski zamanlarda rastladığımız dil bakiyelerinin çoğunluğunun <<Ş A Z>> Türkçesinden olduğunu ileri sürdü.
[27] Legge, The Chinesse Classics, V, kısım I. S. 50.
[28] Koppers, Belleten V, 523.
[29] Eberhard, Eski Çin kültürü ve Türkler, ADTFDE 1943, N. 4, s. 32-36
[30] Ramsdeth bu fikirlerini Journal de la Societe Finno-Ougrienne, XLVIII, 1937, N. 4 Koreanisch Kes, Ding, Stuck adlı makalesinde, s. 18-19 da konu etmiştir.