DİPNOTLAR :1. Türk istihbarat birimleri arasında yıllardır var olduğu bilinen “Çerkezci”, “Gürcücü”, “Arnavutçu” vb. kadrolaşma hareketi, 12 Eylül 1980 sonrasında Fethullahçıların ve Nakşibendilerin de devreye girmesiyle daha da sakil bir çeşitlilik kazanmıştır. Son polis eyleminde atılan sloganlar, İstanbul Emniyet Müdürü ve Valisi arasında yaşanan gerginlikle ortaya çıkan belgeler, bu olgunun hâlâ var olduğunu ortaya koyan somut gelişmelerdir. Tipik ve güncel bir örnek olmak üzere bkz. Zübeyr Kındıra, Fethullah’ın Copları. (İstanbul: Su Yayını, 2000). Türkiye’de yürütülen Alman ve ABD orijinli espiyonaj faaliyetlerinin üzerine gidilmemesi de, istihbarat birimlerindeki bu etnik ve dinsel zaafiyetin bir sonucudur. Görünen acizliğin sorumluluk almama, inisiyatif kullanmama boyutu ayrı bir araştırma konusudur. Ayrıca ilgili diğer bilgiler için internet üzerinden bkz.
http://www.hablemitoglu2002.cjb.net2. Almanya'nın birbirleriyle koordinasyonlu biçimde faaliyet gösteren, genel emniyet hizmet sınıfından ayrı üç grupta kümelenen farklı istihbarat örgütleri bulunmaktadır: Başbakanlığa bağlı Federal İstihbarat Servisi (Bundesnachrichtendienst-BND); İçişleri Bakanlığı'na bağlı Federal Anayasayı Koruma Teşkilâtı (Bundesamt für Verfassungsschutz-BfV) ile 16 ayrı Anayasayı Koruma Eyalet Teşkilâtı (Landesamt für Verfassungsschutz-LfV) ve ayrıca Enformasyon Teknolojisi Güvenliği Federal Teşkilâtı (Bundesamt für Sicherheit in der Informationstechnik-BSI); Savunma Bakanlığı'na bağlı Federal Silâhlı Kuvvetler İstihbarat Teşkilâtı (Amt für Nachrichtenwesen der Bundeswehr-ANBw), Federal Silâhlı Kuvvetler Radyo İzleme Teşkilâtı (Amt für Fernmeldwesen Bundeswehr-AFMBw), Askeri Güvenlik Servisi (Militaerischer Abschirmdienst-MAD). Federal Hükûmetçe yayınlanan 27.6.1973 tarihli İşbirliği Tüzüğü ile tüm bu örgütlerin işbirliği esasları belirlenmiş olup, bir de yetkili koordinatörlük tesis edilmiştir. Almanya'nın Federal İstihbarat Servisi olan BND (Bundesnachrichtendienst), doğrudan Başbakanlığa bağlıdır ve Almanya dışı Espiyonaj, K/Espiyonaj faaliyetlerini yürütmekle yükümlüdür. BND, Almanya'nın dış ülkelerdeki güç ve imajı ile doğru orantılı kadroya, ekipmana ve bütçeye sahip prestijli bir istihbarat servisidir. II. Dünya Savaşı sonrasında C.I.A. tarafından yeniden yapılandırılan BND, özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya'ya karşı faaliyet gösterdiği "Soğuk Savaş" döneminde, 7.600 personele sahip, anti-komünist karakterde ancak Almanya'nın kısmen müttefik işgali altında bulunması nedeniyle bağımlı bir statüye sahiptir. A.B.D. tarafından Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyelerine yönelik espiyonaj-ajitasyon-propaganda amacıyla Alman topraklarında konuşlandırılan "Hür Avrupa Radyosu", "Özgürlük Radyosu", "Sovyetler Birliği'ni Öğrenme Enstitüsü" gibi kuruluşlar, BND için deneyim kazanılan "staj yeri" olarak önem taşımıştır. Bugün, çok iyi yetişmiş 6.300 kadrolu personele ve mükemmel ötesi teknolojik olanaklara sahip bulunmaktadır. 2000'li yıllarda personel sayısını 4.500'e çekmeyi planlayan BND'nin Almanya dışında 1500 kadrolu personeli mevcuttur. Personelinin yaklaşık 1/10'unu askeri istihbaratçılar oluşturmaktadır (askeri haberalma, izleme, ANBw-AFMBw ve MAD ile koordinasyonu sağlamak üzere). Toplam kadrolu personelinin yarısına yakın sözleşmeli personel de çalıştıran BND'nin merkezi Münih - Pullach'tadır. Batılı istihbarat servislerinin yanısıra ve onlardan farklı olarak, İran, Irak, Libya ve Çin Halk Cumhuriyeti istihbarat servisleri ile de ikili istihbarat antlaşmalarına (eğitim ve bilgi değişimi dahil) taraf olarak büyük güç ve etkinlik kazanan BND, dünyanın hemen her tarafındaki istasyonlarından online olarak gelen durum raporlarını, değerlendirme ile birlikte, GÜNDE 2 KEZ, Başbakanlık, Dışişleri, İçişleri ve diğer ilgili departmanlara iletmekle yükümlüdür. BND, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar, gerek bu ülkede ve gerekse Doğu Almanya'da, Romanya'da, Yugoslavya'da, Polonya'da, Türkiye'de ağırlıklı espiyonaj faaliyetleri gösterirken; Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra faaliyetlerini globalleştirmiştir. Ancak, bölgesel faaliyetlere de özel bir önem verilmiştir. Doğu Almanya'nın koparılması ve iki Almanya'nın birleştirilmesi; Slovenya'nın ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını ilân etmesi; Arnavutluk, Bosna ve Kosova'daki gelişmeler, Türkiye’deki etnik ve dinsel ayrılıkların derinleştirilmesi, BND'nin rüşdünü ispat ettiği bölgesel faaliyetler kapsamındadır. BND, ayrıca, Belçika sınırındaki Hoefen'de çok iyi kamufle edilmiş bir telekomünikasyon istasyonu çalıştırmaktadır. Ayrıca, telekomünikasyon istatistikleri için özel bir birim oluşturmuştur. BND'nin toplanan tüm verileri kaydettiği yüksek kapasiteli ve çok gelişmiş bir bilgisayar sistemi bulunmaktadır. BND, müttefiki olmasına rağmen, A.B.D.'ni ve tüm Atlantik ötesini izleyen güçlü bir istasyonu, Schleswig-Holstein'in batı kıyısında tesis ile işletmektedir. Bu tesis, A.B.D.'nin tüm dünyadaki telefon, faks, e-mail dahil elektronik haberleşmeyi ve elektronik arşiv belgelerini -hem de gizli belgelerin şifrelerini çözerek- izleyen ve bu doğrultuda sürekli kendini geliştiren "Echelon ağı"nı kullanan Ulusal Güvenlik Ajansı'na (NSA) muadil olarak inşa edilmiştir. İngiltere'nin AB ülkesi olmasına rağmen NSA'ya lojistik destek vermesinden rahatsız olan Almanya, benzeri bir istasyonun Fransa'da da kurulması için bu ülkeye telkinin yanısıra, teknik yardımda da bulunmaktadır. Yine Schleswig-Holstein'deki Husom'da bir bilgi toplama merkezi ve arşivi yeralmaktadır. Aynı şekilde, Alman diplomatların yanısıra, Federal Hükûmetten maaş alarak yurtdışına görevlendirilen görevlilerin tümü, BND "hizmetiçi akademisi"nde gidecekleri ülke ile ilgili eğitime tabi tutulmaktadır. Ayrıca, Almanya'nın yurtdışındaki sefaretlerinde görev yapan genellikle 2., 3. ve 4. sekreterlerin; ataşelerin ve müsteşarların tamamının, hedef ülkelerde ise Büyükelçilerin de BND'nin kadrolu-bağlantılı elemanları arasından atanmasına dikkat edilmektedir. 1970'li yıllardan bu yana Türkiye'de görev yapan Alman Büyükelçilerinin tamamının bağlantılı BND elemanı oldukları; Türkiye'de görev yapan Alman gazetecilerin ise doğrudan sözleşmeli BND elemanı oldukları kaydedilmektedir. BND, kuruluşu ve tüm kadrosu itibariyle ırkçı eski-yeni Nazilerden oluşmaktadır. Zamanın Almanya Başbakanı Konrad Adenauer’in, BND’nin başına, Hitler’in Doğu Cephesi İstihbarat Şefi General Reinhard Gehlen’i getirmesi ile başlayan ırkçı gelenek, bugün de ödünsüz sürdürülmektedir. Örneğin, en son atanan Almanya Büyükelçisi Dr. Rudolf Schmidt, daha Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem'i ziyaret bile etmeden, -tabiri caizse- ayağının tozu ile, 21 Mart 2000'de, sözde Kürdistan Devleti'nin lideri Barzani'nin Temsilcisi tarafından Ankara'da verilen skandal resepsiyona katılmıştır. Aynı diplomatik nezaketsizlik, hiç şüphesiz Rusya Federasyonu, A.B.D., İngiltere, İsveç dahil pek çok ülke için de sözkonusudur. İstihbaratçı diplomatlara en tipik bir örnek olarak, görev süresi içinde HADEP yöneticileri ile sıkı ilişkileriyle dikkat çeken ve Şubat 2000'in son haftasında Türkiye'deki görevi sona eren Fransa'nın Ankara'daki Büyükelçisi Jean Claude Cosserand, doğrudan Fransa İstihbarat Örgütü Başkanlığı'na getirilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Dr. Necip Hablemitoglu, “Türkiye (M.İ.T.) ve Almanya (B.N.D./BfV) Arasındaki Yüzyıllık Güç Kavgası”,
http://www.hablemitoglu2002.cjb.net3. Bu vakıflar arasında Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı özellikle dikkat çekenleridir. Ayrıca, Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü de mutlaka izlenmesi gereken Alman merkezleri arasındadır. Alman “derin devleti”ni en iyi tanıyan Türk akademisyenlerinden Dr. Yavuz Dedegil, BND ve Alman vakıfları arasındaki organik ilişkiyi şu cümlelerle değerlendirmektedir: “Eyaletler ve özellikle federal düzeyde ise, kamuoyunu yönlendirme daha büyük boyutlardadır. Prof.Dr. Schmith-Eenboom, Undercover isimli kitabında, bütün Alman medyası ile devlet istihbarat teşkilâtı arasındaki geniş ilişkileri sıralamıştır. Alman İstihbarat Teşkilâtı (BND), medya içinde doğrudan elemanlara sahip olduğu gibi, ‘Dpa’ veya ‘Reuter’ gibi enternasyonal çalışan haber ajansları ile organik bağlar içindedir. İstihbarat teşkilâtı kendi içinde ‘haber fabrikaları’ kurmuştur ve istediği haberleri değiştirmekte veya kendisi üretmektedir. Bu meyanda Alman siyasi partilerinin ‘kendi vakıfları’nın da, birinci derecede federal yönetim tarafından finanse edildiği ve devletin ‘sivil toplum örgütleri’ni oluşturdukları da bilinmelidir”. Dr. Dedegil’in Ankara’da 16-17 Aralık 2000’de gerçekleştirilen “AB ve Türkiye Sempozyumu”na sunduğu “Almanya’da Kamuoyu Oluşumu ve Yabancılaşma” başlıklı tebliğden.
4. Türkiye, Vakıflar mevzuatının kesinlikle izin vermemesine rağmen, gelmiş geçmiş hükûmetlerin siyasal irade ve kararlılık gösterememeleri nedeniyle, Alman vakıflarının espiyonaj ve ajitasyon faaliyetlerine gözyummak konumundadır. Aynı şekilde, Alman ya da ABD vakıf ya da resmi kurumları ile birebir parasal ilişki ve işbirliği içinde olan Türk dernek ve vakıflarının da yerine getirmeleri gereken zorunlu prosedürlere uymadıkları bilinmektedir. Siyasal irade ve kararlılık yokluğu, yabancı istihbaratçıları ve yerli işbirlikçilerini giderek pervasızlaştırmaktadır: Tam bağımsızlık kavramının içi boşaltılırken, ulusal egemenlik ilkesi ise, giderek Berlin’e veya Washington’a ya da Brüksel’e koşulsuz teslimiyet ilkesine dönüştürülmektedir. Yabancı vakıfların ve yerli işbirlikçileri küreselleşmeci NGO’ların yarattığı bu rahatsızlık, 8. Beş Yıllık Planda da ifadesini bulmuştur ancak nedense gereği bir türlü yapılmamaktadır. Sorumlulardan eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, sadece bir tek girişimde bulunmuştur; o da yabancı istihbarat servisi elemanlarına ya da sahte NGO’larına değil, şahsıma. Konuyla ilgili bir makalemden dolayı 25.000.000.000 TL manevi tazminat davası açarken, Basın Savcılığı vasıtasıyla da İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmamı sağlamıştır. Dava konusu makale için bkz. Dr. Necip Hablemitoğlu, “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar Raporu”, Yeni Hayat, 6:70, Ağustos 2000, s. 13-29. Ayrıca internet üzerinden bkz.
http://www.hablemitoglu2002.cjb.net5. 1990’lı yılların başında, Kuzey Irak’da bir Kürt Devleti’nin oluşumu için faaliyet gösteren sözde “insani yardım” amaçlı NGO’ların sayısı 100’ü geçmekteydi (Zaho, Duhok, Erbil Süleymaniye vd.). Birleşmiş Milletlerin ve AB’nin insani yardımları, Kızılhaç üzerinden değil de sözkonusu NGO’lar üzerinden ulaştırılmaktaydı. Çatışmaların şiddetlenmesiyle, bütün bu NGO’lar sessizce bölgeden çekilirken, bölgede en güçlü kadroya sahip olan CIA de, sözkonusu elemanlarının dışında, yaklaşık 7.500 yerli ajanını Türkiye üzerinden bir operasyon gerçekleştirerek Guam adasına nakletmiştir. Halen Batılı istihbarat servislerinin sevk ve yönetimindeki bu NGO’ların büyük bölümü tekrar geri dönerek “insani yardım” faaliyetlerini sürdürmeye başlamışlardır. Konunun en acı olan tarafı, bu NGO’ların içyüzlerinin bilinmesine rağmen, bir tek istihbaratçıya yönelik bir tek saldırı bile sözkonusu olmazken; Türk Kızılayının görevlileri, peşmergelerin vahşi saldırısına uğramıştır. Türk Kızılayının bu bölgede “insani yardım” faaliyeti göstermesini istemeyen sözkonusu NGO’lar, işkence ile vahşice öldürülen Türk Kızılayının mensupları için en küçük tepki göstermemişlerdir.
6. Örnek oluşturacak tipik bir haber: “Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau, dün insan hakları örgütleri ile bir toplantı yaptı. Toplantıya, Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, TİHV Genel Başkanı Yavuz Önen, ÇHD Gn. Başkanı Ali Ersin Gür, TİHAK Başkanı Nevzat Helvacı, Avukat Yusuf Alataş ve İnsan Hakları Eğitimi Ulusal Komitesi Başkanı Prof.Dr. İonna Kuçuradi katıldı. Türkiye’deki insan hakları, düşünce özgürlüğü, idam cezasının kaldırılması, demokratikleşme, yargı reformu ve işkence konularının gündeme geldiği toplantıda Alman Cumhurbaşkanı Rau, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı M. Ali İrtemçelik’in geçtiğimiz yıl Kasım ayında NGO’larla yaptığı toplantının devamının gelip gelmediğini sordu. Türkiye’de NGO’larla siyasi irade arasında bir kopukluk olduğu ve NGO’ların düşüncelerinin kaale alınmadığı tespitini yapan Rau’nun, ‘siyasi irade NGO’ların düşüncelerini dikkate alması gerekir’ dediği belirtildi. Türkiye’deki insan hakları sorunlarının çözümlenmesinde asıl görevin Türkiye’nin iç kamuoyuna düştüğünü belirten Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, bu bağlamda DIŞ DİNAMİKLERİN de önemli olduğunu kaydetti. Ensaroğlu, AB üyesi ülkelerin, Türkiye’nin insan hakları ihlallerine ilkeli ve KUŞATICI yaklaşmalarını, seçici davranmamalarını, insan haklarının uluslararası çıkarlara feda edilmemesini istedi. İnsan hakları alanındaki adımlarda ulusal ve uluslararası demokratik kamuoyuna güvendiklerini belirten İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül ise, bu faktörün insan hakları standardının gelişmesinin önünü açağını ifade etti” (Zaman, 8 Nisan 2000).
7. Gönüllü kuruluşların (NGO’ların) kazandıkları prestij, sahip oldukları cazibe, bürokrasinin katı kurallarından uzak olan esneklik ve hareket kabiliyeti, zaman zaman hükûmetleri, daha doğrusu kamu otoritesini de NGO’lar kurmaya yöneltiyor. Bunlara, yine İngilizce’de, azıcık şaka yollu, “Governmental Non-governmental Organization” veya “Governmental NGO”, daha da kısaltılarak “GONGO” deniyor. GONGO’lar; gönüllü kuruluş kavramını, dernek ve vakıf kavramını zedeleyen, zaman zaman belli ölçüde kamu gücünün devredildiği, ama; bürokratik kurallara uymadan at oynatılan kuruluşlardır. Bkz. “Gongoları Ayıklayalım”, Çevre, 86, Mart 2001, s. 1.
8. Ayrıntılı bilgi için bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1961, s. 22-23; Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, Ankara, 1959, s. 146-148. “Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 2001-2005”de mevzuat ve uygulamadaki boşluklara dikkat çekilmektedir: “(1972) Özellikle uluslararası bağışçıların ve teknik yardım sağlayanların, yardımlarını belirli şartlara bağlamaları, idari kontrol sağlama ve yönlendirme gayretleri Sivil Toplum Organizasyonlarının inisiyatif kullanmalarını etkileyebilmektedir. Bu durum, ülke çıkarlarının gözetilmesi ve milli politikaların gösterdiği hedefler doğrultusunda faaliyette bulunmalarının sağlanması açısından STO’ların demokratik bir şekilde yapılanmalarını, idari ve mali açıdan şeffaf olmalarını gerektirmektedir. (1974) Ulusal ve uluslararası kaynakların harekete geçirilerek kalkınma çabalarının güçlendirilmesi amacıyla, STO’ların milli politika hedefleri istikametinde faaliyet göstermeleri sağlanacaktır. (1978) STO’ların katkı yaptıkları kesimlere, kendi üyelerine ve devlete yönelik olarak demokratik, şeffaf ve sorumlu bir çerçevede faaliyetlerini sürdürmesi sağlanacaktır. (1979) Sivil Toplum Organizasyonlarıyla ilgili gerekli yasal düzenlemeler yapılacaktır” (s. 203).
9. CIA bağlantılı merkezlerden sadece NED’den “proje bedeli” adı altında para alan Türk STK’larından TESEV, TÜSES, TUSİAD, Ka-Der, Türk Parlamenterler Birliği, TESAV, Türk Demokrasi Vakfı en tanınmışları. Elaltından verilen yardımların (!) kanıtlanması mümkün olmamakla birlikte, resmen verilenler bellidir. Örneğin, Doğu Ergil’in TOSAV’ına Türk-Kürt sorunu çözüm çalışmaları için 92.000 ABD doları ile 6250 pound, Gökhan Çapoğlu’nun ANSAV’ına parti örgütlenmesi için 189.604 dolar, Stratejik Araştırmalar Vakfı’na 190.193 dolar, Bülent Akarcalı’nın Türk Demokrasi Vakfı’na 106.100 dolar, Liberal Düşünce Topluluğu’na 111.500 dolar, Türk Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’na 1.111.000 dolar vd. IRI’den “proje bedeli” alanlar arasında ise ARI Grubu 278.500 dolar ile dikkat çekmektedir. NDI’nin diğer Türk STK’larına verdiği 824.900 doların yanısıra, Yeni FORUM Dergisine verilen bedel 150 bin dolar ve ayrıca 11.766 dolar, vs. vs. Sözkonusu merkezler hakkında derli toplu bilgi için bkz. Mustafa Yıldırım, “Şifre Çözücü: Project Democracy 1”, Müdafaa-i Hukuk, 32: Mart-Nisan 2001, s. 23-39; 33: Mayıs 2001 s. 39-56; Attila İlhan, “Çok Veren Maldan mı?”, Cumhuriyet, 26.1.2001. Ve de bu yardım (!) merkezlerinin internetteki web sayfaları.
10. “Ülkemizdeki Alman vakıflarının programını en özlü ifade eden kişi sanırım Steinbach’dır. 15 Eylül 1998 günü Katolik Kilisesine bağlı Lingen Akademisi’nin çağrısı üzerine verdiği ‘İslâmın Avrupa İçin Önemi’ konferansında şöyle demiştir: ‘Sorun, Atatürk’ün bir Paşa fermanıyla yarattığı yapay bir ürün Türk devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını, Türkiye’de yaşayan Kürt/Türk, Müslüman/Laik, Alevi/Devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yokettiler, sonra da Rumları. Kürtleri şu güne kadar neden yok etmediler, bilinemez...’ Alman devletinin finanse ettiği Steinbach’ın enstitüsünün Türkiye’de bağlantısı olmadığı Alman vakfı ya da ‘araştırma kurumu’ yoktur. Örneğin, Steinbach’ın elemanlarından ‘Alevilik ve Kürtlük uzmanı’ Heidi Wedel, hem SPD’nin Friedrich Ebert Vakfı ile yakın ilişkidedir, hem de Amnesty International adına Türkiye raporları hazırlar. Alman Doğu Enstitüsü’nün İstanbul şubesi bünyesinde ‘Gazi Mahallesi Araştırması’nı da yapmıştır. Bu enstitü, Türkiye’de çalışan tüm Alman vakıflarına ‘bilimsel’ yol göstericilik görevini üstlenmiştir”. Geniş bilgi için bkz. Tamer Bacınoğlu, “Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1999.
11. “Konseptin mesajı açık: ‘Lider sultası altındaki partilerle Türkiye’de sivil toplum inşa edilemez. Örgütlenme tabandan başlatılmalı; yerel düzlemde örgütlenmelere gidilmeli, özellikle köylü hareketlerine öncelik tanınmalıdır. Türk halkı bu konularda tecrübesiz olduğu için, Alman NGO’lar teorik, parasal ve lojistik yardım sunmalıdırlar”: Argun Erbay, “Alman NGO’larının 2001 Türkiye Programı”, Aydınlık, 21 Ocak 2001.
12. Konrad Adenauer Vakfı ile en yoğun ilişki içinde olan Türk Demokrasi Vakfı’nın yönetiminde, Bülent Akarcalı, Yılmaz Karakoyunlu, Emre Kocaoğlu gibi ANAP mensubu milletvekilleri yer almaktadır. Aynı binadaki bu iki vakıf arasındaki koordinasyonu, Proje Koordinatörü Zuhal Yeşilyurt sağlamaktadır. Vakfın AB projeleri başta olmak üzere diğer enternasyonal faaliyetlerini ise Kamil B. Raif ve Jülide Mollaoğlu yürütmektedir. Konrad Adenauer Vakfı’nın adresi: Ahmet Rasim Sok. No. 27 06550 Çankaya-Ankara. Vakfın telefonları: (312) 440.40.80, Fax: (312) 440.32.48 ve 441.27.82 e-posta: kas konrad.org.tr, kaswulf dominet.in.com.tr Vakfın İstanbul Bürosu ise Yeni Çarşı Cad. No. 52 Beyoğlu adresinde faaliyet göstermektedir. Vakıf Bürosunun telefonları: (212) 249.54.36-91, 292.96.24. Fax: (212) 292.96.25.
13. Wulf Schönbohm, “Alman-Türk Dostluğunu Güçlendirme”, Cumhuriyet, 23.7.1999. Dr. Wulf Schönbohm, 1941’de Doğu Almanya’da Bad Saarow’da (Berlin) doğdu. Sovyetler Birliği’nden Batı Almanya’ya geçtikten sonra, üç yıl Orduda teğmen olarak görev yapan Schönbohm, kendisini Batı’ya geçiren BfV-BND ekseninde ve kontrolünde “aşırı solcu” kimlikle öğrencilik hareketlerinde rol aldı. Master ve Doktorasını Bonn Üniversitesi’nde yapan Schönbohm, daha sonra “sosyal demokrat” kimlikle CDU’da ve Konrad Adenauer Vakfı’nın bir departmanında yönetici olarak çalıştı. Anayasa’yı Koruma Eyalet Teşkilâtı’nın (LfV) Stutgart Ofisi’nde de çalışan Dr. Wulf Schönbohm, 1997’den bu yana Türkiye’de K.A.V. Temsilcisi olarak görev yapmaktadır. Schönbohm, Dr. Günter Seufert ile birlikte, Türkiye’de ikâmeti acilen gözden geçirilecekler arasında yer almaktadır.