TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ

TÜRKÇEYE NASIL KIYDIK?

<< < (3/11) > >>

Üçoklu Börü Kam:
Arap milliyetçilerinin Türklerin siyasi, askeri ve medeni olarak kendilerinden fersah fersah ileride olmaları karşısındaki ezikliklerini gidermek için ortaya sürdükleri Tanrı’nın dili Arapçadır söylemi yavaş yavaş başta Türkler olmak üzere Arap olmayan diğer Müslüman topluluklar arasında etkisini gösteriyor, diğer Müslüman toplulukların dillerine artan bir ivmeyle Arapça kelimeler ve kavramlar akın akın geçmeye başlıyordu.
Artık yeni yerleşen zihniyete göre kişioğlu Tanrı’ya Arapça dışında bir dille yakarırsa yakarısı Tanrı tarafından bırakın kabul edilmeyi makamına bile ulaşmazdı???
Yeni yerleşen bu anlayış bir yandan kutsal metinlerin ne dediğini Arap olmayanları anlayamaz hale getirirken bir yandan da ırk olarak Arapların üstünlüğü anlayışı yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyordu.
Öyle ya Arapça Tanrı’nın diliyse Araplar da Tanrının kutsadığı millettiler?

Üçoklu Börü Kam:
Kutsal metinler Araplar dışındakilerce anlaşılmamalıydı ki din birlerinin elinde toplumları istediği gibi güdecekleri ve birer sürü haline getirebilecekleri sihirli sopa olmalıydı.
Öyle de oldu!
Önce Arapçanın Tanrı dili olduğu kabulüne dayalı baskın tavırlarla Türkçe küçümsendi.
Dini kavramlar Arapça dışında bir dile çevrilemezdi.
Kutsal metinleri başka dillere çevirmek yetersiz olacağı gibi aynı zamanda Tanrı’nı dilini beğenmemek gibi bir gocundurma ve tehdit haline de getirilmişti.
Kim Tanrıya muhalefeti göz önüne alabilir ki?
Artık Türkler Tanrılarını "ulu"layamıyor, “ekber”liyorlardı.
Artık Türklerin Tanrısı "esirgemiyor", "bağışlamıyor,” "rahm”ediyordu.
Artık Türkler Tanrılarının “kargag”ından değil “gazab”ından korkuyorlardı.
Tanrı’yı sevilen, koruyucu olarak gören Türk düşüncesinde Tanrı; korkunç azaplarla cezalandırıcı olup çıkmıştı!
Türkler sevdikleri Tanrıdan korkar olmuşlardı.

Türkler Tanrıyla korkutuluyorlardı!!!

Üçoklu Börü Kam:
Arapçanın Tanrı dili olduğu inancı öylesine yerleşmişti ki Türkçeyi Farsçaya karşı şiddetle ve başarıyla savunmuş olan büyük Türk Dil Bilgini Ali Şir Nevai bile söz konusu Arapça olduğunda yelekenleri suya indirip:

--- Alıntı ---“Arap dili seçkinlik ve yükseklik bakımından dillerin en ilerisidir. Bu nokta üzerinde hiç kimsenin aykırı düşündüğü ve aykırı bir dava güttüğü yoktur. Çünkü Tanrı Kur’anı bu dille indirmiştir; peygamberimiz hadisleri bu dille söylenmiştir; büyük velilerin, din ulularının ileri sürdükleri gerçek ve değerli düşünceler gene bu dil ile meydana gelmiştir”
--- Alıntı sonu ---
Diyebiliyordu!
Türk toplumunun tamamına yakınının ve aydınlarının da büyük kesiminin bu anlayışta olduğu sıralarda bir tek ünlü Türk Bilgini Biruni bu anlayışa şiddetle karşı çıkıp Arapçanın kutsal olmadığını ve hatta ilim dili olamayacak kadar sıradan bir dil olduğunu ileri sürüp;
Ali Şir Nevai’nin “Tanrı Kur’anı bu dille indirmiştir” sözüne karşılık “müşrik Araplar Tanrı tarafından indirilen Kur’ana yine bu dille karşı çıkıyorlardı”;
Ali Şir Nevai’nin “peygamberimiz hadisleri bu dille söylenmiştir” savına karşılık “müşrik Araplar İslam Peygamberine bu dille sövüp, yalanlıyorlardı” diyerek olağanüstü bir mantıkla Arapçanın haksız ve gereksiz olarak kutsandığını ifade ederken sesini yeterince duyuramıyor ya da başlamış olan Arapça kutsaldır, Tanrının dilidir çığırının etkisini bertaraf etmeye güç yetiremiyordu.

Yanlış düşünceler toplumları daha çabuk etkilemektedir.
Toplumlar ne denli ileri kültür ve medeniyet seviyesine ulaşmış olurlarsa olsunlar yine de toplumların aydınları azınlıkta, bilgisizleri çoğunluktadır.
Biruni gibi birkaç Türk aydınının sözü ileri gitmemiş, baskın olarak dayatılan Arap dilinin kutsal olduğu düşüncesi gitgide yerleşerek Türkçenin başka dillere karşı var olan koruma kalkanları ve refleksleri yok edilmiştir.

İşin daha da acıklı olanı ise Türkçeyi anlamadıkları Arapça kelime ve kavramlarla dolduranlar yaptıkları bu eylemin kutsal bir iş yani ibadet olduğunu sanarak “ibadet şevkiyle icra” ediyorlardı!!!

Türkçe kutsal bir cinayetin kurbanıdır artık!!!

Üçoklu Börü Kam:
Türk dili, Arapça Tanrı’nın dilidir kandırmacasıyla katledilirken bu işi yaptıranlar yaptıklarının Tanrı buyruğuna aykırı olduğunu göz ardı ediyorlardı. Çünkü Tanrı; dini görevlerini yapacak kişilerden “ne dediğini bilecek ayıklıkta” olmasını istiyordu.
Yani Tanrı Kur’anda ki bildirimlerinde “bana ne dediğiniz bilerek yönelin” demekteydi.
Ancak gel gör ki Arapçanın kutsallığına inandırılmış/kandırılmış Türk’ün bunu anlama, anlasa bile yerine getirme, olanağı kalmamıştı.
Öyle ki Türk, papağanca yinelediği Arapça sözcüklerle Tanrıya yakardığını sanarken Tanrı’dan “kendisini için koruma diliyorum” sanıp “beni boş ver”, “benimle ilişkini kes” diyordu. Çünkü Türk’ün gırtlak yapısı Arapça harfleri ve sesleri çıkartmaya uygun değildi. 
Türk “bizi yarlığa, koru” anlamındaki “fağfirlena” yı dili dönmediği, “ğ” sesi Türk dilinde olmadığı ve Arapça sesleri çıkartamadığı için “fakfirlena” diye okuyarak Tanrı’dan “kendisini boş vermesini”, “kendisiyle ilişkisini kesmesini” istiyordu.
Yani Türk “sev”ilmek isterken “söv”ülmek ve “döv”ülmek istiyordu.
Türk’ü boyunduruğu altına alıp üzerinde hükümranlık kurmak isteyen Araplar, Türkler arasından edindikleri “kutsal ahmak” işbirlikçiler sayesinde Türk’ün dilini ağzından söküp alıyor yerine Türk’ün zihninde hiçbir ışıltı uyandırmayan, hiçbir nesnel çağrışım yapmayan Arapça sözcük ve kavramları doldurarak Türk’ün düşünme, fikir üretme ve us yürütme becerisini de ellerinden alıyorlardı.

Türk’ün düşüncesi ve fikri kuruyordu.

Çünkü Türk “us”unu “dil”iyle işletebilmekteydi.

Üçoklu Börü Kam:
Türk dili; üstünlük, bilgiçlik ve seçkinlik taslamak için yabancı kelime, kavram ve tamlamaları kullanan cüceler eliyle de kıyıma uğruyordu.

Gerçekte “sıradan” olan; diğer insanlardan hiçbir üstün yanları olmayan bu cüceler “yalancı üstünlük” kurmak için “yapmacık değer”ler üretip “sıradan”lıklarını örtbas etmek için “Tanrının Dili”dir diye kutsallaştırılmış olan Arapçadan kotardıkları ağdalı kelime ve tamlamaları konuşmalarının içerisine bolca sokuşturarak kişilerin kendilerini anlamamalarını sağlayıp, böylelikle de toplumca kendilerinin "bilgili ve seçkin kişiler" sanılmasını istiyorlardı.
Bu davranış tam anlamıyla “saygınlık avcılığı”ydı.
Türk dili “yapmacık değerler”le “yalancı üstünlük”ler kurmaya çalışan “güdük fikirli”, anadilini küçümseyen “yarı aydın” “saygınlık avcıları”nın da kıyımına uğruyordu.

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git