TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI > TÜRK - TURAN DÜNYASI

Mağcan Cumabayev

<< < (2/3) > >>

TÜRK-KAN:
ALINTIDIR...



Kazak Türklerinin Türklük ve Turan ateşiyle yanan, Sovyet işgalindeki Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele veren ve Turancı olduğu için 45 yaşında kurşuna dizilerek şehit edilen büyük şairi...

Mağcan Cumabaylı: Kazak edebiyatının ulularından. Büyük fikir ve dava adamı. Hürriyet aşığı, coşkulu şair. 1893’de Kuzey Kazakistan’da doğdu. Babası Beken Bey (Ceken Bey) Mağcan’ın okumasına gerek görmez. Zira oğlunun köy mollası olmasını istemektedir. Ancak Mağcan babasını dinlemez, henüz 12 yaşındayken Çala Kazak Medresesi’ne devam eder. Bu medresede Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrenir. Yine aynı yıl Ufa’da bulunan Galiya Medresesi’ne başvurur. Bu medresede de Rus Dili ve Edebiyatı eğitimini alır. 1913 yılında Kazan’da Şolpan adıyla ilk şiir kitabını yayınlar. Kitabın yayınlanmasıyla birlikte, Mağcan Kazak ve Tatar milliyetçisi gençler arasında bir sembol isim haline gelir. 1923-1926 yılları arasında Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’ne devam eder. Enstitünün hocalarından V. Briusov, Mağcan’ı “Kazakların Puşkin’i” olarak adlandırır.

Mağcan Cumabayev, Sovyet ihtilalinin gerçekleştiği 1917 yılı içinde Mir Cakıp Dulatoğlu, Ahmet Baytursunoğlu, Alihan Bükeyhanoğlu, Seken Seyfullin, Muhammedcan Seydalin, Esfendiyar Köpeyoğlu, Sultan Mahmut Toraygıroğlu gibi fikir adamı yazarlarla tanışır ve Alaş Orda hareketinin siyasal gelişimine destek verir. Yapılan Alaş kurultayı sonunda Alaş Orda Hükümeti kurulur, Kazakistan’ın bağımsızlığı ilan edilir (13 Aralık 1917). Alaş Orda Hareketi, Kazakların tarihe geçmiş meşhur bağımsızlık hareketidir. “Ne korsem de Alaş üçin korgenim / Magan atak ultım uşın olgenim – Ne görsem de Alaş için görürüm / Bana armağandır yüce halkım için ölürüm” mısraları, Mağcan’ın kaleminden o yıllarda çıkmıştır.

Mağcan, 1922 yılında değerli yazar Hazer Törekuloğlu’nun davetiyle Taşkent’e gider. Orada Şolpan, Sana ve Akjol gazetelerinde şiirlerini yayınlar. İşte bu sırada meşhur Kazak aydın ve yazarı Avezov ile tanışır. Yazdığı şiirlerinde Kazak halkının Sovyetleşmesine karşı çıkmakta, Kazak halkına ata yurduna ve bağımsızlığına sahip çıkmasını öğütlemektedir. Stalin’in yönetime gelmesiyle birlikte Alaş Ordacılar baskı altına alınmaya başlanır. Mağcan’ın yakın çevresi, ya tehditlerle ya da menfaat karşılığında Mağcan’ı terk etmeye başlar. Mağcan her geçen gün yalnızlaşmaktadır. Kitapları basılmaz, şiirleri yayınlanmaz. Ailesini geçindirecek maddi imkanı kalmaz. Mağcan’a selam veren dostu kalmamıştır çevresinde. O artık, yalnız bir adamdır. İşte bu yıllarda yazdığı ve yüreğiyle dertleştiği mısraları kaleme alır. “Ey yüreğim benim ne suçum var, bu halkı sen sev dedin ben de sevdim” mısralarında içine düştüğü yalnızlığı, terk edilmişliği ve sahipsizliği ifade eder. Şiirleri yasaklanır. Bu yasak 1988 yılına kadar devam eder.

Moskova’da 1925 yılında kurduğu Alka adlı edebiyat derneğinin karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla, Mağcan tutuklanır ve idama mahkum edilir. Ancak, cezası 10 yıl sürgün cezasına çevrilir. 1930’da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı Gorki’nin yardımlarıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. Almatı’ya döndükten sonra Muhtar Avezov’un tutuklanmasına yardımcı olacak bilgiler vermesi istenilir. Mağcan böyle bir alçaklığı yapacak insan değildir. Ve “Japon Casusu” suçlamasıyla, 1937 yılının Aralık ayında yeniden tutuklanır. Ama Mağcan sorgulama sırasında maruz kaldığı işkencelere dayanamaz... Suçlamayı kabullenir. 19 Mart 1938’de kurşuna dizilerek öldürülür. Sovyet işgali altında bulunan Türk yurtlarındaki aydınlardan biri daha böylece susturulmuştur.

Mağcan, milli istiklal ve milli istikbal âşığıdır. Onun milleti Türk, yurdu Türkistan’dır. Boycu, soycu değildir. Turancıdır. Onun Turancılığında, Türkistan olarak bilinen Türk yurtlarında Türk topluluklarının bağımsız yaşaması vardır. Türk boylarının eski günlerde, Altay Dağlarının eteklerinde yaşadığı günlerde olduğu gibi, yeniden altın günlerini yaşamasının hayaliyle kıvranmaktadır. Bizim, Anadolu’da yedi düvele karşı vuruştuğumuz günlerde kaleme aldığı “Alıstaki Bavırıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirinde bu tarih bilinicini ve özlemini ortaya koymuştur. Şair bu şiirinde Altay Dağlarının çevresinde Türk Milleti’nin yaşadığı altın günleri yâd ettikten sonra, Anadolu Türklüğüne şu mısralarla seslenir:

Bavırım, sen o jakta, ben bu jakta Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan jutamız. Bizdin atka Kederden kan yutuyoruz. Bizim adımıza
Layık pa kul bop turuv? Kel ketelik Yaraşır mı kul olup durmak. Gel gidelim
Altayga, ata mıras altın takka Altay’a, ata mirası altın tahta

Ve...

Korgasın jas jurekke ogı battı Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Kunesiz taza kanım suday aktı Günahsız taze kanım su gibi aktı
Kansırap elim kurup, esten tandım Kansız kaldım, kurudum, bayıldım
Karangı abaktıga berik japtı Karanlık, hapse sıkıca kapattı

Mısralarıyla da Kazak halkının çektiği sıkıntıları, eziyetleri ve kendi halini ifade eder.

Mağcan, Nur Sultan Nazarbayoğlu’nun talimatıyla, 100. doğum yılında, 1993’de, Kazak Devleti tarafından özel bir anma programı ile anıldı. Kuzey Kazakistan’da bulunan Petropavl şehrindeki üniversiteye Mağcan adı verildi. Kazakistan’da bir çok okul ve cadde şimdi onun adı ile anılıyor. Her yıl Mağcan adına edebiyat ödülleri verilmeye başlandı. 1938’de “Milletini Sevmek” suçundan ötürü katledilen Mağcan, şimdi, uğruna hayatını feda ettiği Kazak halkının gönlünde yaşıyor. O, fikirleri, ülküleri, eserleri ve heyecanıyla Türk Dünyası’nın ulularından biri olarak yaşamaya devam edecektir.

TÜRKİSTAN

Türkistan iki dünya eşiğidir;
Türkistan Er Türk’ün beşiğidir.
Görkemli Türkistan da doğmak
Tanrı’nın Türk’e verdiği nasibidir.

Tarihte Türkistan’a Turan denildi
Turan da Er Türk’üm doğup büyüdü
Turan’ın kaderi çok dalgalıdır
Başından çok ilginç günler geçdi.

Turan’ın tarihi var ateş yeli gibi
Parlayıp göklere çıkar yangınlarla
Turan’ın yeri gibi suyu da başka
Denizlerce derin düşünceler verir.

Turan’ın uçsuz bucaksız bozkırı nasıl?
Deniz gibi kıyısız gölü nasıl?
Turan’ın derya adını alır ırmaklar,
Taştığı zaman kır basan seli nasıl?

Turan’ın dağları var gökleri aşan
Sonsuz başını al ak saçla basan
Bağrında nazlı akan bulak oynar
Dağda akan salkım sulardan oluşan.

Çöller var yelle esmez sapsarı kum
Mezar gibi hiçbir ses yok sonsuz tıptın
Olur mu can, hayvan sınırsız çölde
Kumlarda perilerle cinler oynar.

Turan deniz denilir gölleri var
Dalgalanan uçsuz bucaksız denizdir Aralık
Bir yandan kutalmış Isık Gölün
Bağrında dünyaya geldi gök yeleli Türk.

Eskiden Okıs, Yaksart Ceyhun Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Bu iki kutlu suyun kıyısında
Son atalarının mezarını bulursun.

Turan’ın Tiyanşan gibi dağı nasıl?
Dağlar Tiyanşan’a denk olamaz
Sen esir Er Türkleri düşünürsün
Gökleri aşan Han Tanrı’ya baka baka.

Balkası bağrına alan Tarbağatay
Heybetli yer göbeği Pamır, Alay
Kazıkurt kutalmış dağ olmasa
Tufanda Nuh Gemisi durur, nasıl?

Turan’ın yeri başka halkı başka
Başından geçen fırtınalı günü başka
Turan’ı birlik içinde yöneten
Geçmişte destan adam Alper Tunga.

Ezelden sıradan bir yer değildir O,
Bilirsin tarihi açsa Turan’ın yerini
Kutalmış Turan’a heveslenenler
Geçmişte Keyhüsrev ile Zülkarneyn.

Turan’a yer yüzünde yer yeter mi?
Türk’e insanoğlunda er yeter mi?
Geniş akıl, ateşli çaba, açık hayal
Turan’ın erlerine er yeter mi?

Doğmadı insanlarda Cengiz gibi er
Bilgili, derin düşünceli ve çelik ciğerli
Cengiz gibi aslanın sadece adı
Adamın yüreğine cüret verir.

Cengizden Çağatay, Ökkay, Çoci, Töle...
Ataya benzemişler hepsi bozkurt
Cengiz’in ordularında iki gözü
Pars Supıtay ile kök yeleli Cebe.

Turan’ın beyleri var Toragay gibi
O beyden Temir doğdu ateşle oynar
Ateş saçıp yer yüzüne Aksak Temir
Yıldırım gibi yeryüzüne parlayıp çıktı.

Turan’ı boşuna öğmüyorum.
Turan’ı onlarsızda yabancılar bilir
Evde oturup gökberk ile sırlaşan
Keskin zekalı Ulug Bey’e kim yetişir.

Türk’ün muzıkasını kim küçülttü?
Farabi dokuz telli tamburasını
Çaldığında doksan dokuz türlendirip
Kim dinleyip, duygulanıp ağlamamış?

Turan da Türk ateş gibi oynamış
Türk’ten başka kim ateş olup doğmuş?
Türkler ata mirasını paylaşanda
Kazaklara baba evi kalmamış mı?

Arslan gibi halka vatan olan Turan
Turan da Kazağım da hanlık kuran
Kazağın kolay yollu Kasım Hanı
Turan’ın çok yerini yönetmiştir.

Adil Han az bulunur Nazar gibi
Alaş’a Esim Han’ın kanunları hazır
Tevke gibi bilgin Han toplamıştır
Köl Töbe’nin başına kurultayın

Bu Turan ezelden Alaş yeridir
Turansız gün göremez Alaş
Turan’ın toprağında dinçlik alır
Alaş’ın Arslanı Abılay Han.

Turan’ın sarı arkasına ayrı deme
Turan altı Alaş’a gebe olmuştur
Turan’ın toprağın kucaklayıp yatar
Geçmiş kahramanı kök yeleli Kene

Çok özlese kim aramaz doğduğu yeri
Tulpar da özlemez mi doğduğu yeri?
Arkanın en saygılı kalın Alaş
Turan da bile bilsen senin yerin.

Kırağı Tiyanşan ile Pamir Alay
Gözlüyor çokta seni baka baka
Kene ile Abılay’ın yolunu sürmeden
Yabanda yayılmanın anlamı ne?

Eskiden Okıs, Yaksart, Ceyhun, Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Kutalmış bu iki su yakasında
Olmaz mı gitsen izleyip ata mezarın.

TÜRK-KAN:
Feyzullah Budak Hoca'nın, Mağcan'a yazdığı cevap;




Delikurt38:
“Uzakta azap çeken kardeşim,
Kurumuş lale gibi solan kardeşim,
Kuşatılmış pek çok düşmanın ortasında,
Göl gibi göz yaşını döken kardeşim”.
Yukarıda andığımız bu mısralar, Türk milletinin bir ferdi tarafından,
kendisinden binlerce km uzaklıktaki bir kardeşinin başına gelenlerden dolayı
duyduğu üzüntünün bir göstergesi olarak, kelimelere dökülmüştür. Bu satırları
yazan kişi ne kadar asil bir insandır. Günümüzün menfaat dünyasında aynı ana,
babadan doğan kardeşlerin bile birbirinin kuyusunu kazdığı bir sırada, işte
Magcan Cumabay adlı bir yiğit adam, başta bu mısraları ve Türk olması
yüzünden ölüme gitti. Türk milletinin doğusundan batısına, güneyinden
kuzeyine içindeki gizli koru alevlendirecek, büyük hedeflere götürecek böyle
kahramanlara ihtiyacı vardır.
Yüce Türk milletinin herne kadar eli-kolu bağlansa, Türk çocuklarının
birtakım önemli mevkilere geçmelerinin önü alınmaya çalışılsa, dört taraftan
kuşatılsa da, onun halâ Magcan’a benzeyen milyonlarca fedakâr evladı
mevcuttur. Türklüğün mukadderatı ülkelerini ve milletlerini karşılıksız seven bu
Türkçülerin elindedir. Türk milletinin ebediliği onların varlığı ile eş değerdir.
Magcan Cumabay 1893’te Kazakistan’ın Akmola bölgesinde doğmuş bir
Türk milliyetçisidir. Dünyaya geldiği çağda, ülkesi Rus işgali altında idi. Onun
çocukluk yıllarında Rusya’da I. Bolşevik ihtilali gerçekleşmiş; gençlik
zamanında da 1917 Komünist devrimi olmuştu. Magcan’ın bu vakitlerde
Türkistan’ın pek çok önde gelen aydınıyla da tanışıp, karşılıklı fikir alış-
verişinde bulunduğunu görürüz. İşte o, bu ortamda kendisini yetiştiren, birkaç
yabancı dili mükemmel bilen, bir şair, bir fikir adamı, her şeyden öte bir Türk
milliyetçisiydi. Türklerin Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar vs. isimleri
altında kabile milliyetçiliğiyle değil, birlik içinde, büyük Turan ülküsüyle
selamete çıkacağına inananlardandı.
Bununla beraber Rus çarlığı dağılırken bir kısım Türk milliyetçisi
kurtuluşun önce bölgesel hürriyetlerin sağlanmasıyla kazanılacağını
düşünüyordu. Bu yüzden Rusya’da, I. Bolşevik ihtilalinden sonra Kazak
Türklerinin bağımsızlığını sağlamak amacıyla bir “Alaş Hareketi” başlatılmıştı
(bütün Kazak Türkleri kendilerinin Alaş adlı bir atadan türediklerini sanırlar).

Delikurt38:
Magcan da, Alaş üyelerinden birisiydi. Ancak Rus Çarlığında meşruti yönetimin
feshi ve arkasından çıkan I. Dünya Savaşı bu hürriyet faaliyetlerine set çektiyse
de, Türk-Kazak milliyetçileri özellikle 1916 Türkistan Ayaklanmasında aktif rol
oynadılar. İstiklal ortamının sağladığı ferahlıktan da yararlanan Alaş Orda
Partisi, 1917 ağustosunda Alihan Bökey idaresinde Kazakistan hükümetini
kurdu. Alaş Orda Hükümeti, Kızıl ve Beyaz Ruslar arasında sıkışmış olmasına
rağmen, bölgede otoritesini yerleştirmiş ve başka sahalarda da önemli icraatlarda
bulunmuştur. Bu hükümet bir yandan kendi sınırları içerisinde idari ve adli
müesseseleri kurma, asayişi temin ve hukuk düzenini yerleştirme hususunda
tedbirler almakta ve bir yandan da askeri teşkilat ile bunun kurulamadığı
yerlerde milis grupları oluşturarak, müdafaaya temel hazırlıyordu. Eğitim, yayın
ve başka kültür işlerine de önem verildi. İktisadi konular içerisinde en başta
Türklerden gasbedilerek Rus göçmenlerine dağıtılan toprakların iadesi ve Kazak
Türklerinin iskânı üzerinde durulmaktaydı.
Ama, komünistler iktidara geldikten sonra tam bağımsızlık yanlısı bütün
Türkçüler birer birer ortadan kaldırıldı. Bununla beraber, onların da aralarında
anlaşmazlıklar doğdu. Turar Rıskulov ve Sultan Galiyev gibiler SovyetRusya’ya halâ güvenirlerken, bir kısım Türkçüler de hürriyetin hiçbir ülkenin
yardımı olmadan kazanılacağına inanıyorlardı. Neticede hemen hemen üç sene
süren kanlı savaşlardan sonra, mart 1918’de Alaş Orda Hükümeti dağıtıldı.
Sovyet Rusya Kazaklar için bir hükümet kurdu ve Orenburg’u da başkent yaptı
(1919).
Öğrenim hayatı sırasında Kazan’a giden ve buradaki Türk
milliyetçileriyle de tanışma imkânı yakalayan Cumabay, Alaş Hareketi içinde de
yer almıştı. 1922 senesinde bir davet üzerine Taşkent’te de bulunan Magcan
Cumabay, burada da birtakım şiirlerini yayınlatma fırsatını yakaladı. Türkistanlı
ve İdil-Urallı aydınların yazı yazdığı pek çok gazete ile dergide şiirler kaleme
alan Magcan Cumabay, 1925’e kadar Sovyet-Rus hükümetiyle mücadelesini
sürdürdü. Bu arada Moskova’da bazı edebiyatçılarla yaptığı toplantılar
komünistleri ürkütmeye başlamıştı.
O elbette ki, uzaktaki kardeşleri Türkiye Türklerinin İstiklal Savaşını da
yakından takip ediyordu. Sovyet-Rus imparatorluğundan kalkıp, Türk Kurtuluş
Harbine katılamamıştı, fakat en iyi yaptığı işle, yani şiirle bu mübarek davaya
destek vermek amacıyla “Alıstaki Bavrıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı, o
müthiş ve anlamlı mısraları yazdı. Zaten çoktan beridir KGB tarafından izlenen
Magcan’ın bu teşebbüsü komünist canileri daha da kızdırdı. Bundan başka yine
bütün Türk Dünyasınca bilinen “Türkistan” şiiri de onun sarsılmaz ve tartışılmaz
Türkçülüğünün bir dışa vurumuydu. Bu yüzden zindanlara atıldı ve 1930’da
sürgüne gönderildi. Ama bu yiğit Türk milliyetçisi omuzlarındaki ağır baskıya rağmen, hiçbir vakit haklı davasından geri durmadı. Dolayısıyla o ve onun
gibilerin hayatı birtakım sahte kahramanlarca örnek alınmalıdır.
Magcan Cumabay 1936’da hapisten çıktıktan sonra Almatı’ya döndü ise
de, KGB peşini bırakmadı. Bazı Kazak Türk aydınlarını ihbar etmesi yolunda
baskılar başladı. Ancak böyle bir alçaklığa yanaşmayınca, bir kez daha yabancı
casusu olmakla suçlanarak tutuklandı. Kendisine akla-hayale gelmeyen
işkenceler yapıldı ve bütün bu eziyete dayanamayan Magcan, bütün
söylediklerinizi kabul ediyorum, demek zorunda kaldı.
Daha gencecikti. 45 yaşlarındayken, dünyanın gelmiş-geçmiş en büyük
canisi Stalin şeytanının emriyle 1938’de kurşuna dizildi. Onun ölüm yılıyla,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün aynı seneye denk gelmesi,
kimilerince tesadüf olarak yorumlanır. Durum hiç de öyle değildir. 1935’lerden
1945’lere kadar devam eden on yıl içinde, eli kanlı Stalin alçağı Türklere
yapmadığı kötülüğü bırakmadı. Ayrıca bütün milliyetçi Türk aydınlarını da
ortadan kaldırarak, tarihin en acımasız diktatörlerinin başında yer aldı.
Magcan hakkındaki yazdıklarımıza, yine onun “Türkistan” şiirinden
yapacağımız bir nakil ile son vermek istiyoruz. Ruhu şad olsun.
“Türkistan eki dünya esigi goy,
Türkistan er Türk’ting besigi goy,
Tamaşa Türkistan’day yerde tugan,
Türk’ting Tengri bergen nesibi goy”.
“Türk Tarihinin Kahramanları: 49- Magcan Cumabay”, Orkun, Sayı 112, İstanbul 2007
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

Çağrıbey:

--- Alıntı yapılan: TÜRK-KAN - 19 Ocak 2012 ---Feyzullah Budak Hoca'nın, Mağcan'a yazdığı cevap;

--- Alıntı sonu ---

"Bu şiir, Büyük şair Mağcan Cumabay'a Türkiye'den 80 yıl gecikmiş bir cevap ve vefa borcunun ifasıdır"
Feyzullah Budak - 2002 Şubat 

MAĞCAN’A CEVAP

Uzaktan azabımı bilen kardeşim
Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim
Özü amansız düşman ortasında
Gönlünü derdime bölen kardeşim

Ağır kaygılarla doldum kardeşim.
Kuruyup Lale gibi soldum kardeşim.
Taş yürekli düşmanı sen hep bilirdin.
Ben şimdi haberdar oldum kardeşim

Ortak anamız idi, Altın Altay
O bir Tulpar idi, bizler birer tay
Bağrında şimşek gibi çakardık
Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay

Alaca altın aşık atıştık elbet
Tepişip bir döşekte yatıştık elbet
Altay gibi bir ananın ak sütünden
Beraber emip, beraber tadıştık elbet.

Bizim için dupduru bulaklar aktı.
El attığımız yerde şimşekler çaktı.
Emrimizdeydi uçan kuş ve kopan yeller
Bindiğimiz atlar tıpkı buraktı.
 
Bir gün ortak hayatın süresi doldu.
Tanrı emriyle sefer mukadder oldu.
Bedenim Akdeniz–Karadeniz arkasında
Yüreğim Altın Altay’da kaldı.

Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın
Uçmaya davransan da uçamadığın
Yön bulduran, yol gösteren can olmayınca
Düşman kurşunlarından kaçamadığın

Sana değen kurşun, bana saplandı
Günahsız kanımız birlikte aktı
Toprağa düşen kan, onu yurt kılar
Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı.

Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya
Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya
Bizi ipek kundaklara sarmalayıp
Bağrında büyüten anamız Altay’a

Ulu bütünden ayrılıp uzağa düştük.
Tarihin kazanında yıllarca piştik.
Dağılıp yılmadık yağan oklardan
Yiğitlik suyunu biz özünden içtik.
 
Kudrete hamle eden Türk canı
Ne hasta düştü, ne de tükendi hali
Sönmedi yüreklerdeki ateş
Kurumadı damardaki atalar kanı

Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda
Gücü-kuvveti toplamak gerek
Atalardan miras ortak vatanda.

FEYZULLAH BUDAK

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git