Gönderen Konu: Tarihi aydınlatan Benggü taş'lar-1  (Okunma sayısı 3445 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
Tarihi aydınlatan Benggü taş'lar-1
« : 05 Eylül 2006 »
Türk dilinin gelişim tarihi içinde 6. ve 13 yy'lar arasını kapsayan ve Türkçe yazılmış belgelerle izleyebildiğimiz Eski Türkçe (ya da Eski Türk Dilleri) döneminin en önemli metinleri Türklerin benggü taşlarında saklı


TARİHİ AYDINLATAN BENGGÜ TAŞ'LAR


Orta Asya'daki Türk Yazıtları
"Tengri kulı, bitidim" =Ben Tanrı kulu, yazdım!

Gürbelçin Kaya Yazıtı

Danimarkalı dil bilimci Vilhelm Ludvig Peter Thomsen çalışma masasının üzerine yaydığı metinlere umarsızca bakıyordu. 1893 yılının Kasım ayıydı ve dışarıda keskin bir ayaz vardı. Arkadaki şömineden yükselen alevler duvarda ve masadaki kağıtların üzerinde garip şekiller oluşturuyordu. Uzun bir süredir üzerinde çalıştığı metinleri çözmek üzere olduğunu hissediyordu ama son adımı bir türlü atamamıştı. Birkaç aydır sürdürdüğü çalışmalarda önce yazıda tekrar edilmeyen işaret miktarını tespit etmişti. Bunlar 38 taneydi ve kelimeler ( işareti ile ayrılmışlardı. Sonra satırların Çince'deki gibi yukarıdan aşağıya yazıldığını ve sütunların sağdan sola doğru dizildiğini fark etmişti. Elindeki iki metinde birbirinin eşi olan bazı kelimelerdeki bazı işaretlerin, bazen yazıldığını bazen de yazılmadığını görünce daima yazılan işaretlerin Sami dillerindeki gibi ünsüzleri teşkil ettiğini düşündü. Bunlar dört taneydi. Böylece kelime sonlarında sık sık yer alan bir tanesini iyelik eki olan -i- olarak kabul etti. Birden kafasında bir ışığın parladığını hissetti. Önce k(a)g(a)n, sonra da sonunda bu işaret bulunan t(e)ngri kelimesini okudu. Bunların yardımı ile köl tig(i)n ve kök t(e)ngri kelimelerini okudu. Her şey çorap söküğü gibi gidiyordu. Yeni okunan harfler başka kelimelerin okunmasını sağlıyordu. İlk dört kelimeyi sırası ile Türk, tört, kün, y(i)g(i)rmi, yir, (a)ltı, (e)rti ve diğer kelimelerin okunuşu takip etti. Evet yıllardır Yunan, Ermeni, Mısır, Etrüsk, Fenike, Slav, Kelt, Got veya eski Prusya yazılarının akrabası sanılan bu meçhul yazıyı, yanlarındaki Çince metnin de yardımıyla birkaç saat içinde sökmüştü hem de bir tek Türkçe kelime bilmeden! Alnında biriken terleri sildi ve hemen kaleme sarıldı. Yıllardan beri varlığı tahmin edilen ancak hiçbir ipucu bulunmayan Göktürk (ya da Kök Türk) alfabesini okumayı başardığını onunla aynı uğraşın içinde olan Alman dilbilimci Radlov'a bildirmeliydi. Sonradan Radlov'un da Göktürk alfabesinin 11 harfini söktüğünü öğrenecekti. 15 Aralık 1893'de Danimarka Bilimler Akademisi'ne bildirisini sunan Thomsen ve Radlov'un çabaları sayesinde yıllardır okunmayı bekleyen 56 yazıtın çözülmesi mümkün olacak, daha sonraları Göktürk ve Uygur dili üzerinde çalışan bilim adamları sayesinde Türk boylarının tarihi aydınlanacaktı. Bu gerçek bir mucizeydi!
Türk dilinin gelişim tarihi içinde 6. ve 13 yy'lar arasını kapsayan ve Türkçe yazılmış belgelerle izleyebildiğimiz Eski Türkçe (ya da Eski Türk Dilleri) döneminin en önemli metinleri Türklerin benggü taş (=ebedi taş) ya da bitig taş(=kitabe taşı) dedikleri dikilitaşlar üzerine yazılanlardır. Taş üzerine bıçak, keski ya da kılıç ucuyla yazı yazma sanatı olan epigrafiye daha çok Avrupa dışı kültürlerde rastlanır. Maya, Sümer, Hint ve Çin uygarlıklarının yanı sıra Türk kavimleri de bu konuda önemli eserler vermişlerdir. Şimdilik sayıları 250 kadar olan ve ezici bir çoğunluğu Altay Dağları'nın doğusundaki coğrafyada yani Moğolistan ve Yenisey vadisinde bulunan, bir kısmı ise Kazakistan’da, Kırgızistan, Kuzey Kafkasya, İdil-Ural Bölgesi, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonya'da bulunan bu benggü taş'ların bir kısmı Thomsen ve ardıllarınca okunmuştur ancak bir kısmına ilişkin bulgular henüz yayınlanmamış, bir kısmı ise hala çözülmeyi beklemektedir. Bu yazıtların çoğu usta olmayan kişiler tarafından bıçağın ya da kılıcın ucuyla "kesme yazı" denilen stilde yazıldığı için, binlerce yıllık tahribatın sonunda ifade yeteneklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Bazı yazıtlarda "aynalı yazı" denilen bir tarz, yani bir tarafta normal yazı, diğer tarafta bunun ters çevrilmiş şekli kullanıldığı için uzun süre yanlış okumalar yapılmıştır. Değişik renklerde mürekkeplerle yazılan bazı yazılar ise gün ışığında ya da kuru iken görülmediğinden fark edilmeleri zaman almıştır. Sonuçta okunması mümkün olan yazıtların çoğu taş oymacısı denilen bedizci’ler tarafından keski ile yazılanlardır. Bunların bulunuş hikayeleri de en az okunuş hikayeleri kadar ilginçtir.

İlk İpucu: Yenisey Yazıtları

1675 yılı yazında N. G. M. Spafariy adlı şarkiyatçı ile Çar'ın müşaviri Romen asıllı N. Milescu'nun başkanlığındaki bir heyet Rus çarı Aleksi Mihayloviç'in elçisi olarak Çin İmparatoru K'ang Hsi'nin sarayına giderken, Yenisey nehrinin kanyonunda, şimdilerde pek iyi görünmeyen kaya yazıtlarına rastlamışlar ve dönüşlerinde bunları tasvir etmişlerdi. İlk olarak 1697 yılında Rus haritacı Remezov'un Sibirya Atlası'nda "Rusya'daki Runik Taşlar" adıyla bilim alemine duyurulan bu yazıtlar sonradan nedense unutulmuştu. 20 yıl sonra Yenisey Yazıtları biraz şansın etkisiyle tekrar bilim dünyasının gündemine girecektir. Bu mutlu olayı 1709'da Poltova savaşında Ruslara esir düşen ve Çar I. Petro (Deli Petro) tarafından Sibirya'ya sürülen İsveçli asker-bilim adamı P. J. von Tabbert-Strahlenberg'e borçluyuz. Esaretini çevreyi gezerek geçiren Strahlenberg 1721 yılı yazında Çar tarafından bölgeyi keşifle görevlendirilen Alman botanikçi D. G. Messerschmidt'e kılavuzluk ederken iki kaşif Yenisey yakınlarındaki Uybat nehri civarında üzerinde bazı yazılar ve resimler bulunan üç metrelik bir dikilitaşla karşılaştıklarında büyük bir şaşkınlığa düşmüşlerdi. Ardından çevrede dağınık şekilde duran başka taşları da farkettiler. Bunlar muhtemelen Spafariy'in rapor ettiği taşlardı. Gerçi Remezov da bu yazıları "runik" olarak nitelemişti ancak nedense kaynaklar bu adlandırmayı Messerschmidt'in "bu harfler bizim runa'lara benziyor" demesine bağlarlar. Tarihe 3.-17. yy arasında İsveç, Norveç ve Danimarka'da kullanılan Futhark alfabesinin işaretleri olan runa 'dan gelme bir adla "runik yazı" olarak geçecek olan olan bu alfabe 150 kadar farklı işaretten meydana geliyordu ve yazılar birkaç istisna dışında sağdan sola doğru okunuyordu. Çoğu Kırgız erkekleri için dikilmiş mezar taşları olan yazıtlara ilişkin ilk rapor Messerschmidt tarafından 1729'da, ikincisi ise Strahlenberg-Tabbert tarafından 1730'da yayınlanmıştı ancak okunmaları için Thomsen'i ve Radlov'u beklemek gerekecekti.
İlk bulunduklarında 40 olan sayıları, günümüzde 140'a ulaşan ve her biri bulunduğu yerin adıyla anılan yazıtların yazılış tarihleri henüz saptanamamıştır. Ancak yazı tipinden bu alfabenin 8.yy'dan önceki bir döneme ait olması muhtemel görülmektedir. Yazıtların Göktürkler'e mi, yoksa bir Türk boyu olduğu sanılan Kırgızlar'a mı ait olduğu meselesi de henüz açıklığa kavuşmamıştır. Bunun temel nedeni Çin kaynaklarına göre Göktürk'lerin anavatanının söz konusu bölgedeki Kem nehri civarının olması; bazı kaynaklara göre ise burasının bazen Kırgızların bazen de Göktürkler'in denetiminde bulunan bir geçiş bölgesi olmasıdır. Yazıtlarda kullanılan dil ve anlatılanlar bu ikinci görüşü destekler niteliktedir. Örneğin yazıtlarda Göktürkçe diliyle Kırgızların yaşamları anlatılmakla birlikte Kırgızların kullandığı hayvan takvimine yer verilmemesi ilginç bulunur. Ayrıca Tuba Yazıtı'ndaki "Türgiş kavminin içinde ben beğ idim" ifadesi veya Barlık Yazıtı'ndaki "Altı Oğuz kavminden on üç yaşımda ayrıldım" ifadesi ya da Kemçik Cirgak yazıtındaki "Ediz kavminin boyu" ifadesi kafaları karıştırır çünkü söz konusu üç boy da Kırgız boyu değildir. Bazı yazıtlarda "mar", "adaş", "kadaş", "kadır", "yatuz", "kökmek" gibi Uygurca sözcükler de kullanıldığından soru işaretleri iyice artar.
Burada bir parantez açıp Yenisey Yazıtları’nın en büyüğü olan Elegeş Yazıtı ile ilgili tartışmalara değinelim. Dilbilimci ve Türkçü Hüseyin Namık Orkun’a göre yazıtta şöyle deniyordu:“Kürt İl Han'ı, Alp Urungu. Altunlu okluğum belimde, Henüz 39 yaşında. Ne umar! Kağan'ıma doymadım, İl'ime doymadım, Sizlere doymadım. Öldüm…” Orkun’un 1936’da yaptığı bu okuma zamanla ideolojik bir cephaneye dönüştü, nihayet günümüzde yüzlerce Türkçü sitede, “Türklerle Kürtler aynı ırktan geliyor” önermesinin kanıtı olarak kullanıldı. Halbuki, 1995 yılında aynı yazıtının söz konusu satırlarını, Türkolog Prof. Dr. Talat Tekin şöyle okudu: “Ben; Körtle Han Alp Urungu! Sekiz dokuzdu ki yaşım, Altınlı okluğumu belime bağladım. Erdemli olduğu için Bey babam, Urungu Külüg Tok Bögü Terken'e baş oldum, İktidara eriştim.” Diğer kelimeleri bir yana bırakırsak, Orkun’a göre “Kürt” olan sözcük Tekin’e göre “Körtle” olup “güzel” anlamına gelmekteydi. Üstelik bu kelime, hiç sözü edilmeyen İkinci Elegeş Yazıtında da “güzel” anlamında kullanılmıştı.
Yenisey Yazıtları'nın çoğu ölünün ağzından yakılan ağıtlar olup, yazıt sahibinin ağzından yaşam öyküsünü anlatmasıyla başlar, arkadaşlarına, akrabalarına doyamadığını söylemesiyle sürer. Yazıt sahipleri ölümden sonra yaşama inanmalarına karşın dünyadan ayrılmaktan üzgün görünürler, "çok yazık", "yararlanamadım" diyerek ağlaşırlar. Yazıtlarda tarihsel olaylardan çok Kırgızların sosyal yaşamları, at sürülerinin büyüklüğü, evlenme ve ölüm yaşları gibi konulara değinilir. Öte yandan "teyzemden, annemden, karımdan, ablamdan, kızımdan ayrıldım” şeklindeki cümleler ile “prensesime doymadım”, “iyi eşimden ayrıldım" gibi ifadeler Türk yazıtlarında az rastlanan bir şekilde kadınlara yer verilişine işaret eder. Sonuç olarak Yenisey Yazıtları edebi değer taşımadığı ve tarihsel bilgiler vermediği halde, eski Türk boylarının sosyal yaşamları hakkında değerli bilgiler içerirler.


Orhun Yazıtları

1889 yılında, Rus Coğrafya Cemiyeti adına Mogolistan'da araştırmalar yapan Rus etnolog N. M. Yadrintsev, Urga'ya (bugün Ulan Bator) 400 km, Moğolların efsanevi başkenti Karakurum'a (=Ordubalık) 60 km kadar uzakta, Orhun nehrinin kıyısı ile Koşo-Çaydam gölü civarında Köl Tigin ve Bilge Kağan anıtlarını bulur. Bu bölgeyi 1891'de ziyaret eden Radlov da 1892'de anıtların tıpkı çizimlerini ve yazıların okunuşlarını yayınlar. Ardından botanikçi Yelena Nikololayevna Zvereva-Klements, İmparatorluk Botanik Bahçesi adına Kuzey Mogolistan'ın bitki örtüsünü incelerken Ulan-Bator'a 66 km uzaklıkta, Bayn Çokto mevkiinde Tonyukuk Yazıtları'na rastlar. Bu keşifler dilbilimciler ve tarihçiler arasında büyük heyecan yaratacaktır. Çünkü varlığı 732 senesine ait bir Çin kroniğinden ve 13. yazarı Cuveyni'nin Tarih-i Cihankûşa adlı eserinden bilinen Göktürk yazıtları artık bir söylence olmaktan çıkmıştır!
Orhun Yazıtları aslında bir külliyedir. Külliyede bir bark (=ev, türbe, mezar), onun önünde iki sıra halinde heykeller ve balbal'larla (=öldürülen düşmanları simgeleyen mezar taşı ?) süslenmiş 4,5 km. lik bir şeref yolu vardır. Arka tarafında bir sunak ile bunların etrafını çeviren bir duvar ve hendek görülür. Gerek çevre duvarlarında gerekse bark'ın duvarlarında işlemeler, taşlar, freskler vardır. Kaplumbağa şeklinde anıtsal kaideler üzerindeki yazıtların tepeleri ise ejder heykeli şeklinde biçimlendirilmiştir. Kapıda tılsım niteliğinde "erkek geyik çifti" heykeli dikkati çeker. Köl Tigin ile Bilge Kağan'ın anıt-yazıtlarının biraz ötesinde muhtemelen bir Uygur prensine ya da daha az önemli bir Göktürk asilzadesine ait üçüncü bir anıt vardır. Göktürk alfabesi ile kaleme alınmış yazıtlardan ilki Bilge Kağan tarafından 732 yılında kardeşi Köl Tigin adına dikilmiştir. 3.75 m. yüksekliğinde olan ve 72 harften oluşan yazıt dört cepheli olup bir yüzünde Çince bir yazı, diğer üç yüzünde 38 harfli runik bir alfabe ile yazılmış Göktürkçe bir söylev metni vardır. Bu yazıtın 1 km. uzağında 735'de oğlu tarafından dikildiği sanılan 89 satırlık Bilge Kağan Yazıtı'nda da, Köl Tiğin Yazıtı'ndakine benzer bir metin bulunur. Boyutları diğer yazıta yakın olan bu yazıtın da bir yüzünde Çince metin vardır. Bilge Kağan'ın ünlü veziri Tonyukuk'un yazıtları ise Ulan-Bator’a yakın bir yerdedir. 1958 yılında açıklanan bir rapora göre 725 yılında dikildiği tahmin edilen Tonyukuk Yazıtları'ndan biri 2,34 m, diğeri 2.17 m. olup birincisi 35, ikincisi 27 satırdan oluşmakta ve Tonyukuk'un yaşam öyküsüyle siyasal vasiyetini içermektedir. Bu yazıttaki harfler nedense diğerlerinin tersine soldan sağa doğru istif edilmiştir. Tonyukuk mezar külliyesinde yazıt dışında, sunak masasına ait işlemeli taşlar, insan heykelleri, üst tarafı parçalanmış heykeller, balbal'lar, döşeme parçaları, kiremitler, tuğlalar ve künkler bulunmaktadır. Ancak bunların çoğu, külliyede 1897, 1909, 1925 ve 1957 yıllarında yapılan kazılar yüzünden tahrip olmuştur
Bu üç yazıt, Türk töre, askerlik ve uygarlığı açısından önemli olduğu kadar edebi değer de taşırlar. Her ne kadar Çin kaynaklarında Hunların ve onların ardılları Göktürkler'in yazılarının olmadığına dair bazı kayıtlar varsa da bunların doğruyu yansıtmadığı sanılır ve bu yazıtlardaki dilin gelişkinliği, Göktürk yazısının tarihinin çok daha eskilere gittiğini düşündürür. Bazı araştırmacılara göre Siriderya ve Amuderya nehirleri arasındaki Sogd (ya da Sugdak) ülkesinden yayılmış olan Aramca'nın bir türevi olduğu ileri sürülen, bazı araştırmacılara göre ise başlı başına bağımsız bir dil olan Göktürkçe'nin başka dillerden çok az sözcük ödünç aldığı görülür. Yazıtlarda açık, ayrıntılı tanımlamalar, eğlenceli ve kısa cümleler kullanılmıştır."Ateş gibi kızıp geldik", "içte aşsız, dışta elbisesiz, düşkün, perişan milletin üzerine oturdum", "gören gözlerim görmez, bilen ve gören bilgeliğim bilgisiz kaldı", "kızıl kanımı döktürerek, kara terimi koşturarak, işi gücü verdim hep" gibi duygu belirten ifadeler; "bıraktım kanım aksın, bıraktım her yerimden ter aksın, pis pis koksun" gibi yalın ve gerçekçi betimlemeler, "gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşüncelere daldım" gibi duygusal cümleler, "Kırgız’ı uykuda bastık, uykusunu mızrakla açtık" gibi esprili sözler dikkati çeker. Bazı araştırmacılar yazıtlardaki dilin tek eksiğinin dövüş anlatılarındaki tekdüzelik olduğunu ileri sürerler.

Orhun Külliyesi'ndeki Son Bulgular

Araştırmacılar uzun süre yazıtlarda sözü edilen "Çin'den gelen bedizci'lerin yaptığı bark'ları" aramışlar, ancak 1958 yılında Çekoslavakya'lı arkeolog L. Jisl tarafından bulunan Kültigin'in başı, karısının bedeni ve yüzünün bir kısmı ile yetinmek zorunda kalmışlardı. 1994 yılında Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ile Moğolistan Halk Cumhuriyeti arasında imzalanan antlaşma çerçevesinde yürütülen arkeolojik çalışmalar sırasında, 2002 yılında, ok, koşum takımları, düğme, süs eşyaları, kaşık gibi etnografik malzeme ve lahitlerin yanısıra 1892 tarihli Radlov Atlası'nda yer alan ancak daha sonra kaybolan bir benggü taş bulunmuştur. Bu taşın doğuya bakan yüzünde biri sağa diğeri sola bakar şekilde iki dağ keçisi damgası ve damgaların üst tarafinda yarım ay şeklinde bir boy damgası vardır. Kuzeye bakan yüzünde ise yine yarım ay şeklinde bir boy damgası ve 'Türk Adının Taşı" anlamına gelen bir yazı bulunmaktadır. Bu taşın Bilge Kağan'ın mezar külliyesini ziyaret eden bir başka Türk kağanı ve eşi tarafindan diktirildiği sanılmaktadır.

Ongin Yazıtı

1891 yılında Sibirya bölgesinde keşif gezilerine devam eden Yadrintsev Ongin Irmağı'nın Taramel suyu kıyısında Ongin Yazıtı'na rastlar. Yazıt Bilge Kağan dönemine ilişkin bilgilere yenilerinin eklenmesi açısından önemlidir. Son yıllarda eksik olan parçaları da bulunan Göktürkçe 19 satırlık Ongin Yazıtı, bazı bölümleri tahrip olduğundan tam olarak okunamamıştır ancak okunan bölümlerinden anlaşıldığına göre Bilge Taçam adlı bir Türk beyi için oğlu tarafından diktirilmiştir. Yazıttaki geyik şeklindeki tamga'nın (=damga) Orhon Yazıtları'ndakilere çok benzediği görülür. Metinden anlaşıldığına göre Bilge Taçam, şad rütbesini taşımaktadır. Yazıtta konuşan Bilge Taçam'ın oğlu Alp-Eletmiş (ya da Taçam) babasının Bilge Kağan'a ve devlete bağlılığından, devlet için yaptığı çalışmalardan söz eder. Yazıtta İlteriş ve Kapağan kağanların adlarının anılmasından hareket eden araştırmacılar yazıtın Bilge Kağan döneminin (716-734) başlarında dikildiğini kabul ederler.

Talas Yazıtları

Evliya-Ata şehri civarındaki Ayır-Tam-Oy (=Kırk Kazık) denilen yerde ilki 1886'da, diğerleri ise 1898, 1961 ve 1982 yıllarında bulunan 13 kadar yazıt ise Altayların batısındaki Türk yazıtlarına örnektir. İlk olarak bir Rus memur tarafından farkedilen, ardından da Finli bilim adamı Heikel tarafından rapor edilen bu yazıtlar halen Kırgızistan'daki Bişkek Müzesi'nde sergilenmektedir. Yazıtların birinde bir adam tarlasına sınır çizdiğinden sözeder. Bir diğerinde bir doğal afetten yakınılır. Bir başkasında ise tipik bir Türk adeti olan "atın kuyruğunun bağlanması" aktarılır. 1936'da bulunan bir ahşap yazıt ise bir başbuğa haber götüren bir ulağın ağzından yazılmıştır.





“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.