Gönderen Konu: HAKAS TÜRKLERİNDE KAMLIK İNANCI-I  (Okunma sayısı 3856 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
HAKAS TÜRKLERİNDE KAMLIK İNANCI-I
« : 23 Şubat 2007 »
Rusya Federasyonunda genelde ve Hakas Cumhuriyetinde ;Hakas Türklerinin atalarından kalmış öz inançları olan Kamlık (Şamanlık) tarih boyunca bu topraklarda başat konumdaydı. Hatta bir zamanlar, daha doğrusu eski Türk dönemindeki Kırgız kağanlığında devlet dini olma özelliğine sahip olan Kamlık toplumsal yaşamda oldukça önemli bir rol oynamaktaydı. Çeşitli dönemlerde yabancı devlet ve milletlerin Kırgız topraklarına getirmeye çalıştıkları dinler asla buralarda yerleşemediği gibi hep Sayan ve Altay dağlarının öbür tarafında kalmaya zorlanmaktaydı. Kamlığın bu statüsü yurt dışından gelen her türlü tehlikeye karşı güçlü devlet sayesinde devam ettirilmekteydi yüzyıllar boyunca. Ancak XVII. yüzyılda Kırgız (Hakas) topraklarını istila ve işgal etmek amacıyla ülkemize saldıran Rus orduları tarafından Kırgız halkının öz yurtlarını düşmana karşı savunmak uğruna yaklaşık yüz elli yıl boyunca gösterdiği bir mukavemete rağmen istila edilen Hakaseli’nde ilk önce korkunç kıyımlar yapıldı, daha sonra ise buralar iyice işgal edildiğinde zorla Hıristiyanlaştırma eylemleri başladı.

İlk Rus Hıristiyan Ortodoks kiliseleri, Kırgız topraklarını işgal ederek yerleşen Rus Kozakları tarafından kurulan askeri kalelerin içinde açılmıştır. Bunun altında yatan neden ise güvenlik meselesidir, çünkü bahsedilen bu XVII. yüzyılın ilk yarısında Kırgız topraklarının içine doğru girmeyip Hongoray ülkesinin en uç bölgelerinde yerleşmeye ve daha sonra da yayılmaya çalışan Rus Ortodoks Kilisesi için en sağlam ve güvenli yer olarak yalnızca askeri kaleler olabilirdi. Kaleler dışında da kurulabilirdi kiliseler, ama kurulmadı, çünkü özellikle ilk zamanlarda yerli halkın tepkisinden çekinilmekteydi. Böylece savaş ve barış ortamında karışık bir biçimde devam eden Rus istilasının devam ettiği XVII. yüzyılda ilk kiliseler Tomsk, Krasnoyarsk, ve Karaulnıy askeri kalelerinin içerisinde açılmıştır.

Ülkelerinin bağımsızlığı uğruna yüzyıldan fazla bir süre boyunca çarpışan Yenisey Kırgızları savaşta Rus ordularına yenik düştüğü XVIII. yüzyılın içerisinde Rus Ortodoks Hıristiyanlığı artık Hakasya’nın her yanına yayılmaya başlamaktadır. Böylece Hakas topraklarında XVIII. yüzyılda Hıristiyan kiliseleri 1760’larda Ujur’da, 1771’de Askiz’de, ardından da XIX. Yüzyılın içerisinde 1809’da Tes’te, 1814’de Pii ve Uzun-Çul’da vs. yerlerde kurularak yerli halka yönelik misyonerlik faaliyetleri için açılmıştır.[4]

Aslında bu zorla Hıristiyanlaştırma eylemleri eğer uygulanmalarındaki gerçek amaç Hıristiyanlığı hakikaten yaymaksa Çarlık Rusya’sı tarafından girişilen bu insanlık ayıbı eylemler tam olarak hedefine ulaşabildiğinden söz etmek oldukça zordur. Bunun nedeni ise, bir yandan o zamanki Hongoray (Hakasya) ülkesinde yaşayan Kırgızların Rusça bilmemeleri, dolayısıyla ne onlara zorla verilen adları ne de onlara yönelik Hıristiyanlık propagandası içerikli hitapları anlamaları olanaklı değildi. Bu durum özellikle Rus işgalinin ilk dönemi için geçerli olduğu söylenebilir, ama zaman içerisinde Hakasların daha fazla oranı Rusça’ya vakıf olmaya başlayınca bu süreç, yani Hıristiyanlığa girme süreci az da olsa hızlanmış olabilir. Ancak yine de Hakaslar arasında o dönemde Rusça bilme oranı oldukça düşüktü, ve bu oran XX. yüzyılın başında bile, daha doğrusu 1910 yılındaki istatistik bilgilerine göre Hakas halkının içerisinde Rusça bilen kitlenin oranı yalnızca %30 civarındaydı.[5]

Bir başka taraftan da, her ne kadar bu toplu Hıristiyanlaştırma eylemleri yapılmışsa da bunların temelindeki ön-sebep yeni işgal edilen Kırgız topraklarında konumlanmış Rusya’nın yerel valilerin merkezin önünde puan kazanabilme dürtüsü yatmaktaydı. Dolayısıyla esas amaç yerli halka Hıristiyanlığı hakikaten yaymak değildi, nihai amaç böyle eylemlerin yapılmış ve tutanakların tutulmuş olmasıydı. Ancak Hıristiyanlığın yayılması yolunda da önemli etmenler mevcuttu o zamanlarda. Bunlar; savaşlardan yorgun düşen Kırgızların (Hakasların) sayı olarak çok kritik sınırlara kadar düşmüş olmaları (birkaç bin kişi) ve yine bu işgal edilen toprakların eski sahibi Kırgızlar üzerinde Hıristiyanlık konusunda özellikle XIX. yüzyılda olmak üzere sürekli olarak uygulanan baskı ve Hıristiyanlığa geçişi özendirmek amacıyla vergi vb. gibi konularda tatbik edilen çeşitli kolaylıklardır. Örneğin, zorla Hıristiyanlaştırma kampanyalardan birine XVIII. yüzyılın 30’lu yıllarında tanık olmuş İ.E. Fischer olayı şöyle anlatmaktadır:

“[Vaftiz] töreni kışın yapılmaktaydı. Buzlanmış nehirdeki buz kırılarak delik açılmakta, vaftiz edilecek adaylar karın seviyesine kadar suda durmaktaydı, papaz ise onları başlarından tutarak üç defa suya batırıp çıkarmaktaydı. Bunun ardından onların [vaftiz edilenlerin] boynuna haç asılmaktaydı; ancak [vaftiz edilenler] yine de bu haçın yapımında kullanılan malzeme ve metale göre para ödemek durumundaydı”.[6]

Bunun dışında da Hıristiyanlığa geçişi yerli halkın arasında özendirmek amacıyla Rusya’da birçok kanun çıkarılmıştır. Bunun bir örneği de, Deli Petro tarafından 1 Eylül 1720 tarihinde çıkarılan ve daha sonraları defalarca yeniden uzatılan bir kanundur. Bu kanuna göre yeni vaftiz edilmiş yerliler üç yıl süreyle “yasak” denen o zamanki inorodets’lerden (Rusya’nın içerisinde yaşamalarına rağmen yabancı, daha doğrusu devlet tarafından soyu yabancı olarak adlandırılan halklardan) toplanan bir tür vergiden (Hakasça - Alban) muaf tutulmaktaydı.[7]

Bunun yanı sıra, 11 Eylül 1720’den itibaren vaftiz edilmiş veya gönüllü olarak Hıristiyanlığı seçmiş yerli Hakaslara bakırdan yapılmış haç, gömlek, çizme, yelek, kadınlara ise Rus kadın giysilerinden dağıtılmaktaydı. Bunun haricinde de vaftiz olan 15 yaşından büyük her erkek - 1,50 Ruble, 10 yaşından küçük erkekler ve 12 yaşını doldurmayan kızlara - 0,50 Ruble, diğerleri de 1’er Ruble almaktaydı. Bir aile tamamen, yani ailenin bütün fertleri vaftiz oldukları takdirde bu çeşit aileye her hangi bir ödemeden muaf tutularak “Kurtarıcının” [Hz. İsa] ve yahut ta “Meryem ananın” ikonunun verilmesi öngörülmekteydi. Elbette, tüm bu öngörülenlerin vaftiz edilen yerli Hakaslara verildiğini düşünmek tam olarak doğru olmaz ve gerçekleri yansıtmazdı. Nitekim, Rus Ortodoks Kilisesinin arkasında Çarlık Rus devletinin bulunduğundan çok iyi yararlanan Rus papazların oluşturduğu ruhban kesimi devletin kolluk kuvvetlerini kullanarak yerlilere bin bir zulüm etmekteydi. Üstelik, vaftiz olmakla da aslında Hakaslar için zor ve çetinliklerle dolu yaşam koşulları bitmemekteydi, tam tersine daha önce kıçın soğuk nehirde zorla vaftiz edilme ve bunun sonunda asılan haç parasının zorla ödenmesinin istenmesi olayında değinildiği gibi, vaftiz edilen Hakaslar bu sefer nihai amacı Rus ruhban tabakasının beslenmesini sağlamak olan her türlü kilise vergilerini de ödemek zorunda bırakılmaktaydı.[8]

Rusların geldiği ve istila yoluyla işgal ettiği Hakas topraklarında hemen XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren çeşitli yöntemler vasıtasıyla yoğun bir şekilde zorla Hıristiyanlaştırma süreci başlatılmıştır. Daha XVIII. yüzyılın sonuna gelmeden o zamanki toplam Hakas nüfusunun yüzde 25’i vaftiz edilmiş. Gerçi verilen bu rakam oldukça aşırı abartılmış olduğunu hesaba katarsak sayısı birkaç bine düşmüş Hakas Türklerine yönelik olarak Çarlık Rus devletince girişilen bu denli yoğun Hıristiyanlaştırma kampanyasının neticesinde ortaya çıkan bu yüzde oranı Hakasların kendi öz inançları olan Kamlığa bağlılıklarını bir kez daha teyit eder niteliktedir.

Öte yandan da Rus devletinin baskısına dayanamayıp Ortodoksluğa geçen Hakasların arasında da Kamlık inancı ve bağlamdaki gelenekleri güçlü bir biçime korunmakta ve yaşatılmakta idi. Yani, bu vaftiz edilmiş Hakaslar hem Hıristiyanlık inancındaki dini vecibeleri yerine getirmekteydi hem de atalarının inancı olan Kamlık’tan gelen gelenek ve göreneklerini devam ettirmekteydiler. Şöyle ki, Pazar günleri ayin için kiliseye giden Hakas Türkleri bu günün haricinde gündelik yaşamlarında hep Kamlıkla ve onun dini gerekleriyle iç içeydi. Kilisede papazın vaazlarını dinleseler de Hakasların çoğu Rusça pek anlamadığından bu Hıristiyan ayinler onlar için sıkıcı ve hatta ilgilerini soğutucu geldiği söylenebilir. Ve belki de bu onların, başta gördükleri baskı ve zorlamalar dahil olmak üzere içerisinde yaşadıkları tüm olumsuz koşullara rağmen kendi öz Kamlık inancını korumaları (zaman zaman gizli olsa dahi) ve yaşatarak devam ettirmelerinin temelinde yatan nedenlerden biri olabileceğini düşündürmektedir. Böylece, Hakas Türkleri, daha doğrusu Hıristiyanlığa geçmiş olan Hakas Türkleri yine de bir tür dinsel senkretizmi, yani hem Kamlığın hem de Hıristiyanlığın içerisindeki kimi dini öğelerin uyumlu bir biçimde birleştirilmesinin temelinde ortaya çıkan bir karma inanca mensup olmuştur. Bu karma inanç ise Hıristiyanlığın yanı sıra geleneksel Türk Kamlığındaki dağ (tağ), su (suğ), orman (arığ), ev (ib) vs. sahip ruhların, ya da başka bir ifadeyle iyeler (eeler) kültünün bulunduğu bir sistemdir.  

XVII. yüzyılın ilk yıllarında başlayıp XVII. yüzyılın içerisinde istila yoluyla Hongoray (Hooray) topraklarının işgaline yol açan Kırgız-Rus savaşının ardından Çarlık Rusyası az da olsa yukarıda değinilerek anlatıldığı gibi yoğun dinsel politikalara girişmiştir. Bu politikanın temelinde birçok neden yatmaktaydı. Bunlardan birisi de fiziki olarak boyunduruk altına alınmaya çalışılan Kırgız Türklerini (ve genel olarak da Sibirya’daki diğer etnik halkları), onlara Hıristiyanlığı çeşitli yollardan benimsetmek ya da benimsettirmek suretiyle manevi veya ruhsal alanda da kendilerine, yani Rus devletine bağlanmalarına yönelik siyasettir.[10] Ancak o dönemde devlet tarafından sarf edilen tüm çabalara rağmen Hakas Türkleri kendi öz Kamlık inancından asla vazgeçmemiş, onu korumuş ve yaşatmıştır. Uygulanan baskıya dayanamayan ya da ağır yaşam koşullarını biraz da olsa hafifletmek amacıyla vaftiz olan Hakaslar, daha evvel bahsedilenlerden de görüldüğü kadar yine de kendi öz inancını korumuştur.

Bunun dışında, aslında oldukça kısa sayılabilecek bir zaman içerisinde zorla vaftiz edilmek sureti ile Rus Ortodoks Hıristiyanlığına sokulmak istenen Abakan Türkleri (Yenisey Türkleri), işgalciler tarafından getirilen ve daha sonra devlet desteğiyle yaygınlaştırılmaya çalışılan bu yeni dinin dilini anlamamalarının yanı sıra, Rus Ortodoks Kilisesi tarafından konulan birçok yasağa rağmen kendileri kalkıp bu dinin temsilcileri olan Ortodoks Kilise papazları tarafından anlatılanların gerçek olup olmadığını sınamak-yoklamak üzere ve bu yeni tanıştıkları dini araştırmak amacıyla kendileri de zaman zaman harekete geçmekteydi. Bu bağlamda 1897 yılının yaz aylarında toplam altı tane Kırgız’ın (Hakasın) toplanarak bu Hıristiyanlık dini nedir diye yoklamak üzere Orta Doğuya o zamanlar İsrael olmadığından henüz, Osmanlı İmparatorluğu ülkesinin dahilinde bulunan Filistin topraklarına doğru yola çıkması olayı çok ilginçtir. Adı ve soyadı İ.İ. Kokov olan bir Hakasın başkanlık yaptığı ve aralarında F. Taçeyev, N. Spirin, P. Botin, P. Troşkin ve adını tespit edilemeyen bir altıncı Hakasın da katıldığı bu Ortodoks Hıristiyanlığı dinini araştırma seyahatinin güzergahı Güney Sibirya’daki Hakas’ın başkenti Abakan’dan taa İsrail toprağındaki Jerusalem (Kudüs) şehrine kadar uzanmıştı. O dönemde yapılan bu yolculuğun neticesinde, daha önceleri Rus papazları tarafından Ortodoks Hıristiyanlık konusunda kendilerine anlatılanların doğrulanmadığından ötürü olsa gerek, ama ata-yurtlarına geri dönen bu altı Hakas yalnızca kendileri Hıristiyanlığın karşısında yer almakla yetinmeyip başkalarına da gördüklerini anlatmak suretiyle Hakas Türklerinin içerisinde, zorla getirilen bu Rus inancına karşıt-uyanışın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.[11]

Objektif olmak için burada aslında bu Hıristiyanlığı yayma faaliyetini yürüten misyonerlerin yaygın bir biçimde Sibirya’da okullar açtıklarını da belirtmek gerekir. Bu okullarda din alanının dışında da eğitim verilmekteydi. Aslında bu ruhban ya da kiliselerin bünyesinde açılan okullar birçok Sibirya halkına mensup insanların büyük bilime doğru attıkları ilk adımın gerçekleştiği ya da atılması için elverişli ortamın sağlandığı bir eğitim yerleriydi. Dolayısıyla, zamanla bilimin üst zirvesine tırmanacak ve Hakas Türklerinin ilk bilim adamı olacak Nikolay Katanoff, ünlü Altay Türklerinden ressam G.İ. Gurkin, ve diğer birçoğu uçsuz bucaksız bilim dünyasıyla ilk tanışmaları bu okulların içerisinde olmuştur. Yine daha önceleri bir takım tarihsel gelişmelerin sonucunda yazılı dil sisteminden yoksun kalan Sibirya Türklerinden o zaman itibariyle önemli bir kesimi (Yenisey Kırgızları ise, kimi Rus tarihçilerine göre her zaman yazılı dile sahip idi; ilk önce onlar eski Türk dilinin Kırgız yazısına, sonra Moğol harflerine dayanan bir yazıya, ardından da Kiril harfli yazıya sahip olmuştur[12]) yeni Rus harflerinde dayanan yazılı dillerine, bunun yanı sıra da Rusça bilgisine bu misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde bölgeye gelen ruhban sınıfına mensup insanların gayretleriyle (amacı ne olursa olsun) ve emekleriyle kavuşturulmuştur. Bu ise yerli halkların genelde ve Yenisey Kırgızlarının (Hakasların) Rus kültürüyle tanışmak suretiyle dünya kültürüyle tanışmalarına yol açmıştır.

Ama Hakas Türklerinin özelde ve Sibirya halklarının genelde Hıristiyanlaştırılmasına yönelik olarak Çarlık rejimi tarafından yürütülen misyonerlik faaliyetinin konusunda bir genelleme yapmak gerekirse bu sürecin bir tek renkle açıklanmasının mümkün olmadığının farkında olarak yine de bu sürecin olumsuz tarafının daha ağır bastığı söylenebilir.

Faaliyetlerin temelinde bir zorlama hususunun, daha doğrusu zorlayıcı iradenin bulunması ile yerli halkın insan yerine konulmamasını düşündüren muamelelere tabii tutulması bu olumsuzluğun ağır gelmesine yol açan nedenlerinden bazıları olabilir. Üstelik Sibirya halklarına sözde aydınlık getirecek olan bu misyonerlerden büyük çoğunluğu iyi eğitimi ve kültürü yüksek olmayan insanlardan oluşmaktaydı.[13] Bunun yanı sıra genel olarak zorlama yöntemleriyle yürütülen Hıristiyanlaştırma süreci açıkça ifade edildiği gibi Türklerin de dahil olduğu Sibirya’daki gayri Rus halklarının Ruslaştırılması ve böylece bir milliyet olarak ortadan silinmesini nihai hedef olarak taşımaktaydı. Nitekim, kimi misyoner öğretilerinde “..

Sibirya’daki tundra ve bozkırlarımızın bu yarı yaban olan göçebeleri... tıpkı Çüd, Merya, Vyatiçler vb. [halkların] eski zamanlarda soyu tükenerek Rus halkıyla tamamıyla bütünleştiği gibi Ortodoks* dinimizi kabul ederek kendileri de [yer yüzünden silinerek] Ortodoks [Hıristiyan mezhebine inanan] Rus insanlarına dönüşemezler mi...” diye bu konuda genel düşünce trendini belirleyen öğüt ve yönlendirici tavsiyeler yer almaktaydı.

Bu gerçekleri 1889’da çıkartılan Yeniseyskiye Eparhialnıye Vedomosti [Yenisey Ruhban Mecmuaları]’nin 6. Sayısında [s. 174] bularak bunları su üstüne ünlü Hakas bilim adamı, Hakaselinde Hakasça çıkan tek bir yayın olan “Hakas Çiri” (“Hakas Yeri”) gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği görevinde bulunmuş olan, Felsefe Bilimleri Doktoru, Profesör Gavril G. KOTOJEKOV çıkarmıştır[14]

Böylece yukarıda tüm bahsedilenlerden hareketle, XVIII. yüzyılda meydana gelen ve devamındaki yüzyıllarda sürdürülen tarihsel gelişmelerin içerisindeki zoraki Hıristiyanlaştırma sürecinin aslında Hakas milleti ve sahip olduğu dünya görüşünün bütünlüğü için oldukça çetin ve kritik “bir sınav” niteliğini taşıdığı söylenebilir.[15] Ve Hakas Türkleri, bu sınava katılmalarının koşulları ideal olmaktan çok uzakta olmasına ve hazırlıkları için zamanlarının bulunmamasına rağmen neredeyse üç yüz yıl süren zorlama, yıkım ve kıyımların altında dahi öz kimliklerini koruyarak kendi özgün kültürlerinin güçlü birikimlerine dayanan sağlam alt-yapısından genetik olarak vazgeçirilemediler.[16]

Hakas Kamlık inancına gelince, Sovyetler zamanında uygulanan dönemdeki dine yönelik politikalardan ölümcül bir biçimde yaralanan Kamlık inancının özünü oluşturan Kamların tamamı sistem tarafından rejim için tehlike ve engel oluşturuyorlar gerekçesiyle öldürülmüştür. Bu nedenledir ki, günümüzde Hakaselinde gerçek ve tam Şamanlar yoktur denilse her halde yanlış ya da abartılmış olmaz. Bütün Kamlar Sovyetlerin o korkunç ve ölümcül kasırgaların yaşandığı ilk yıllarda rejim tarafından adeta avlanarak yok edilmiştir. Her ne kadar asosyal bir yaşam tarzını sürdürseler dahi Kamlar, o dönemdeki rejim için bir engel oluşturuyorlar bahanesiyle baskı altına alınarak sosyalist devlet tarafından yok edilmekten kurtulamamıştır.

Hakas Türkleri Stalin’in Sovyetler Birliğindeki yönetimi ele geçirince ülke çapında başlatılan korkunç baskı ve kıyım döneminin yaşandığı 1930’larda “Turancılık”, “Pan-Türkçülük”, “Milliyetçilik”, “Burjuvazilik” vs. sudan, yani hiçbir dayanağı olmayan ve hukuki anlamda hiçbir biçimde ispatlanmaya dahi çalışılmayan bahanelerle ve suçlamalarla maruz kalarak, halkın en ileri ve geleceğe yönelik lokomotifini temsil eden kesimini oluşturan üniversiteli gençlikle aydınlar tabakasını kaybetmişlerdir. Bu korku ve ölüm kusan yıllarda Hakas Türklerinden sadece zorla sürgüne gönderilenlerin sayısı 10 binden çok üzerindeydi. Bir de buna yargısız yerinde kurşunlanmak suretiyle infaz edilen Hakasların sayısını da eklemek gerekir. Üstelik devlet tarafından işlenen bu kanlı kıyımların sonucunda ana-babasız kalanların, yaralananların, evsiz-barksız kalanların, yoksulluğa düşüp açlıktan ölenlerin vs. sayısı da eklendiğinde ortaya insanlık adına ve özüne sığmayacak insanlığa karşı işlenmiş bir soykırım sucunun kanla boyadığı bir tablo çıkmaktadır.

Yine Hakas Kam inancına geri dönünce, şunlar söylenebilir. Sovyet döneminde mevcut rejim tarafından ağır baskı altına alınarak kelimenin tam anlamıyla yok edilmeye çalışılmış olan Kamlık inancı telafisi mümkün olmayan bir darbe almıştır diye daha önceleri belirtmiştik. Bununla beraber, Hıristiyanlık da genelde dinlere karşı uygulanan baskıdan kurtulamamış ve yıkıma uğramıştır. İşte bu noktada şu sonuç ortaya çıkmaktadır. Kıskaca alınarak ortadan tamamen silinmesi için yoğun uğraş ve çaba verilen Hakas Kamlığı Sovyetler döneminde Rus Ortodoks Hıristiyanlığının (Çarlık zamanında giderek artan) etkisinden neredeyse tamamen kurtulmuştur. Dolayısıyla, Hakas Kamlığı bir taraftan baskıya uğramış, öbür taraftan ise daha önce üzerine (özellikle 1917’den önceki devirde) yoğun bir biçimde gelen Ortodoks Hıristiyan Kilisesince uygulanan baskısını bertaraf edebilmiş oluyordu.

Tabii dinlere karşı uygulanan baskılar doğası itibariyle zaten tasvip edilemez hiçbir şekilde; ancak, olaya Hakas Kamlığı ile Rus Kilisesinin arasındaki münasebetler (birisi için varlığını koruyabilme bir diğeri içinse öbürünün varlığını sona erdirerek kendi varlığını nicel olarak daha da artırma düzlemindeki ilişkiler) açısından yaklaşıldığında ortaya işte yukarıda değinilen bu sonuç çıkmaktadır. Ve belki de bu baskıcı politikanın sayesinde (her ne kadar bunun, yani genel olarak dine ve din özgürlüklerine karşı uygulanan bu politikanın insan haklarına doğası itibariyle apaçık bir biçimde aykırı olduğunun tamamen farkında olmak ve bilincine sahip bulunmakla birlikte) bu gün Hakas Türklerinde Kamlık inancı yaşatılmaktadır.

Gerçi oldukça ağır bir şekilde yıpranmış olan Kamlık inancı kendi renaissance’ını Sovyetler döneminin yıkılışına yaklaşan dönemin (SSCB’nde bu yeniden yapılanmanın [perestroyka] Mihail Gorbaçev tarafından uygulanmaya başladığı 1985’ten itibaren bir dönemdir) içinde ve sonrasındaki yıllarda bulmuştur.