Gönderen Konu: gülen ve hilali  (Okunma sayısı 3476 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı alparslan-75

  • Yasakli
  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 8
gülen ve hilali
« : 01 Kasım 2006 »
Gülen ve Hilalî…
29.10.2006  Pazar  12:25

Avustralya müftüsü Taceddin El Hilali, öyle bir lâf etti ki; dini inançlarının samimiyetinden şüphe duymadığımız bir çok samimi Müslüman aydın, o absürd söyleme karşı çıktılar…
Ben şimdi sizlere, “Çillerli Yıllarım” isimli kitabımın 47 ve 48. sayfalarında yer verdiğim bir anımı aktaracağım…
Sonra da, bundan 40 yıl öncesinin Gülen’i ile Taceddin el Halilî arasında ne fark olduğunu soracağım…
Buyurun okuyun lütfen.
         ***
1965 yılı Eylül ayının ilk haftasıydı. Büyük Camii imamı ve herkesin sevip saydığı vaiz Abdülhamit hoca (Allah uzun ömürler versin) bizi Edirne’ye götüreceklerini söyledi...
Ertesi gün, bizim mahalleden 5-6 çocuk (en küçükleri bendim) çarşıda bizi bekleyen bir minibüse bindik ve Edirne’ye gittik.
Önce Selimiye ve sonra da Üç Şerefeli camilerini gezdik.
Sonra bizi -hatırımda kaldığı kadarıyla- adı Kıyık olan bir mahallede; Selimiye Camii’nin arka sokaklarından birindeki küçük bir eve götürdüler.
En geniş oda sanırım 9 metre kareden büyük değildi.
Duvarlar kireç badana yapılmıştı ve pencereleri küçücüktü.
“Fethullah Hoca” adında bir vaizi dinleyeceğimiz söylendi...
Fazla beklememize gerek kalmadan, hoca efendi geldi...
Fotoğraf hafızam çok iyi olduğu için, hoca efendinin o günkü hali halen gözlerimin önünde... Parlak siyah saçları hafif ortadan sağa doğru ayrılmış ve düzgün biçimde arkaya taranmıştı. Beyaz bir teni, tertemiz yüzünde güler yüzlü bir tevazu vardı...
O dönemin modasına göre kalın sayılabilecek siyah bıyıkları bile yüzünün temizliğini bozmuyor, görene daha ilk bakışta güven veriyordu.
Konuşmaya başlamasını beklerken, arkadaşlarımdan biri kulağıma hocanın Tom Miks’e (çizgi roman kahramanı) benzediğini fısıldadı. Ağızlarımızı elimizle kapatıp gülüştük. Tom Miks’in saçları da böyle ortadan ikiye ayrıktı!
Ve Fethullah Hoca efendi başladı konuşmaya...
Ama ne konuşmak!
Konuşmuyor adeta ağzından bal damlıyordu...
Öyle güzel şeyleri, öyle berrak bir ifadeyle söylüyordu ki...
Derken; sözü beklenmedik şekilde kiralık (veya satılık) evlere getirdi. Bizler de ağzının içine düşecekmiş gibi bekliyorduk “Bakalım ne söyleyecek” diye.
 “Kiralık veya satılık bir ev ihtiyacınız olsa, önce perdelerine bakarsınız... Eğer evin perdeleri yoksa bilirsiniz ki o ev satılık ya da kiralıktır...”
Eh, doğru söze ne denir? Bir evde perde yoksa, “herhalde burada kimse oturmuyor” diye düşünmemiz doğaldı...
Ve hoca devam etti:
“İşte; saçı, başı açık gezen, kısa kollu elbiselerle sokağa çıkan ve helâli olmayan erkeklere görünen kadınlar da aynı o perdesiz evler gibi kiralık veya satılıktırlar...”
İşte bu olmaz!..
Olmaz, çünkü benim iki halam vardı. Biri 30 yaşlarında diğeri ise henüz 17 yaşında. Ve annem... O da henüz otuzuna yeni basmıştı.
Halalarım başörtüsüz gezdikleri gibi, sokağa japone kollu (o zamanlar kolu dirseğe kadar açık olan kadın elbiselerine sanırım böyle deniyordu) elbiselerle çıkıyorlardı.
Anneciğim ise sokağa pardesü veya manto giymeden çıkmıyor ama saçının en az yarısı açıktı. Yani; onun da saçları görünüyordu!
Halalarım kılmıyor ama anneceğim o yaşında da 5 vakit namazını aksatmadan kılıyordu. Evimize erkek misafir gelince ise başı açık ve kısa kollu elbise ile oturuyordu.
Öyle “kaç-göç” yoktu bizde!
Bütün bunların kafamdan geçmesi ve karar vermem 5 saniye ya sürdü ya sürmedi.
Ayağa kalktım:
“Benim annemle halalarım da mı satılık veya kiralık?” diye sert bir ses tonuyla sordum.
Ama hoca efendi hiç kızmadı. Yüzünde öfkeden zerre yoktu. Yumuşacık ve insanın içini ısıtan, ne söylerse söylesin ikna etme gücüne sahip olduğundan emin bir ses tonuyla:
“Sen onlara bu dinlediklerini anlatırsın; onlar da günaha girmekten kurtulurlar” dedi.
Ama susup yerime oturamadım...
Evden çıkıp, dışarıda bekleyen minibüse gittim ve beklemeye başladım. Uzunca bir süre sonra arkadaşlar, Abdülhamit hoca ve bizlere namazı ve camii sevdiren radyocu Ali ağabey de çıktılar. Ve hepsi de bana kızdılar.
Kırklareli’ne döndük ve ben bir daha uzun süre camiye gitmedim. Namaz da bitti, müezzinlik de...
Epey vakit sonra babaanneciğim: “imama kızıp aptes bozulmaz” diyerek beni yeniden namaza döndürdü.
Yine okullar tatil ve bir yaz sabahı..
Namazı Büyük Cami’de kıldık...
Vaiz ve imam Abdülhamit hoca, radyocu Ali ağabey, en çok sevdiğim ve en yakın arkadaşlarımdan (halen öyle) Süleyman ve ben hep birlikte şehrimizin ünlü ve muhteşem güzellikteki istasyon caddesine doğru yürüyorduk.
Caddeyi geçip de futbol stadımızın önüne geldiğimizde Abdülhamit hoca durdu. Süleyman ile bana sırayla baktı:
“Atatürk’ü sever misiniz?” diye sordu.
Süleyman’dan önce ben davrandım:
“Seviyoruz...”
“Sevmeyin... Çünkü o bizim dinimizin düşmanı...”
Bu söz üzerine tek bir an bile duraklamadan “Eyvallah” deyip yanlarından ayrıldım...
Gidiş, o gidiş...
Artık imama kızıp aptes bozmanın da ötesindeydi bütün bunlar...
Beni aklımla sevdiğim ilk büyük kahramanımdan soğutacaklardı! Sanki bu camilerin ayakta kalmasını, bu ezanların çınlamasını Atatürk’ten başkası sağlamış gibi..!
Ben bunun için mi namaz kılıyordum?
O günden sonra bayram namazı dahil, en az 10 yıl hiçbir camiye uğramadım...
Yaşım 25’i geçtikten sonra da ve şimdi de hep şunu düşündüm, düşünüyorum:
“Bir insana dini sevdirmek için onun diğer tüm değerlerini yok etmek gerekir mi?”
***
“Yine kendine pay çıkarıyor” diyebilirsiniz ama, Edirne’de koyduğum tavrın Fethullah Gülen’e ondan sonra verdiği vaazlar konusunda örnek teşkil ettiğine inanıyorum. Ben çocuksam kendileri de henüz delikanlı yaşındaydılar.
Başka bir yerde, benimkine benzer bir tepkiyle karşılaşmış mıdır bilmiyorum ama sanıyorum ki o günü ve bu “asi çocuğu” halen hatırlıyordur.
İster sevin, ister sevmeyin; Fethullah hoca efendi artık tüm dünyada, İslâm dininin (ve hatta tüm dinlerin) bir barış ve insaniyet kurumu olduğunu anlatan; hiç kimsenin dinine, inancına ve yaşam tarzına karışmayan mükemmel bir Müslüman olarak tanınıyor...
Türk milletinin en büyük bayramı Cumhuriyet, milletimize kutlu olsun…


Kaynak:   MEMDUH BAYRAKTAROĞLU


Çevrimdışı Akay

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 10
Ynt: gülen ve hilali
« Yanıtla #1 : 04 Mart 2008 »
http://www.neciphablemitoglu.com/kostebek/17.htm
Bunları tanırsak son zamanlarda özellikle silahlı kuvvetler üzerinde oynanan ayak oyunlarını ,yıpratma taktiklerini daha iyi anlarız.
T.T.K

Çevrimdışı muratdur

  • MuraTuran
  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 3
  • Gazi Osman Paşam
Ynt: gülen ve hilali
« Yanıtla #2 : 15 Mayıs 2008 »
insalar arasında böyle insanlarda var... geçmişini hiçe sayıp onu sevmeyin der... aşırı yanlış bir düşüncedir. şimdi kanlı bayrağımız gökte dalgalanıyorsa atalarımızın sayesinde... geçmişini hiçe sayan... geleceğide olmaz.
"Dikkat ve teyakkuz" halindeyiz... MuraTuran


Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa.
Şanı büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa.


Olur mu böyle olur mu?
Evlat babayı vurur mu?
Sizi vatan hainleri
Bu vatan size kalır mı?


Olamaz böyle olamaz
Evlat babayı vuramaz!
Can bedenden çıkmayınca
Bu vatan size kalamaz.

Gazi Osman Paşa