Gönderen Konu: ATSIZ (sol-solcu, sosyalist-sosyalizm, komünist-komünizm hakkında ki makaleleri)  (Okunma sayısı 15400 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
''Komünist, vicdanını yahudi “Marks”a satmış olan vatansız serseri demektir. Amele diktatörlüğünün kurulduğu yerde cennete varılmış olduğunu zanneder. O, bazen bu zannında samimi olan bir aptaldır. Bazen de samimi değildir, aldatmak için böyle söyler. O zaman da kalleştir. Komünist, dünyada patronla işçi arasındaki hukuk musavatsızlığını halletmek için ortaya atıldığını söyler. Bunun için de ilk yaptığı iş dinleri, milliyetleri, vatanları inkar etmektir.''
Hüseyin Nihâl ATSIZ - Orhun, 12 Mart 1934


TÜRK KORKUSU

     Yaygın bir karikatür vardır. Boğulmakta olan bir adamı kurtaran genci tebrik eden edene. Gazetecinin biri bu soğuk günde, bu dalgalı denizden o adamı nasıl kurtardığını soruyor. Kurtarıcı gencin cevabı tam bir terdittir: "Yok canım! Boğulana bakarken denize düştüm de can havliyle boynuma sarıldı..." Bizim aşırı solcuların yurtseverliği de tıpkı bu gencin faziletine benziyor. Şu farkla ki zoraki kurtarıcı, gerçeği olduğu gibi söyleyecek kadar merttir.

     Aşırı solcuların en büyük şikayetleri kendilerine komünist denmesindendir. "Gerçeklerimizi açığa vurunca, vurguncuları ele verince bize komünist damgasını yapıştırıyorlar" diye yanıp yakılıyorlar. Bu iddiaları yanlıştır. Onlara Moskova'yı tuttukları, milliyetçiliğe karşı cephe aldıkları, Türkçülere faşist dedikleri, Moskofçuluk leyhindeki davranışlara tahammül edemedikleri için komünist diyorlar.

     Çünkü komünizm artık iktisadî bir doktrin değil, siyasi bir düşüncedir. Moskofların cihan hakimiyeti tasarılarının uşaklığını yapmaktır. Her komünist vatan hainidir. Kızıl ordulara karşı mukavemet göstermeyeceklerini birçok ülkelerdeki komünist şefleri açıkça belirtmişlerdir. Türkiye'deki komünistlerin gizli belgeleri ele geçmiş, Moskof uşağı oldukları ortaya çıkmıştır. Nazım Hikmet'in nasıl bir Moskova ajanı olduğu anlaşılmıştır. Bütün bunlar meydanda iken hâlâ aşırı solcuların yurtseverliğinden bahsetmekle kimler, ne dereceye kadar kandırılabilir? İçindeki bir miktar şeker dolayısıyla keçi boynuzuna nasıl şeker denemezse, bin türlü yalan dolanları arasındaki gerçek kırıntıları sebebiyle de solculara yurtsever denilemez

     Bunlar "millet" kelimesini kullanmaktan şiddetle çekinirler. "Halk", hatta "yığın" derler. Milleti tutmak fikrinin "milliyetçilik" diye adlanacağından korkarlar.

     Samimi olmadıkları her tür davranışlarından bellidir. Tarihi tahrif ederler. İstatistik uydururlar.

     Komünizm'in her yerde ezilmesini tavsiye eden Atatürk'ü solcu gösterecek kadar yüzsüzleşirler.

     "Turancılık" ülküsü Rusya'yı istihdaf ediyor diye cephe alırlar. Bütün dünyanın birleşeceğini kabul ederler de bütün Türklerin birleşmesine hayal diye bakarlar. Hâlâ Moskof ordularının işgali altındaki Doğu Almanya, Polonya gibi anti sosyalist imparatorlukların o son merhaledeki kalkınmayı nasıl sağladıklarını açıklayamazlar. Hele yüz binlerce insanın ölümü göze alarak sosyalist cennetinden niçin kaçtığı sorusuna cevap veremezler

     Rusya'nın ve Çin'in, milyonlarca insanı feda etmek pahasına yaptıkları iktisadî kalkınmayı Türkiye'de de uygulamak isterler. Tabii Türk milleti için değil, Türk halkı adına...

     Aşırı solcular millî kültürden yoksun, çoğu komplekslerin şekillendirdiği ve bir haylisi yabancı kanı taşıyan gülünç ve iğrenç yaratıklardır. Çığlıkları, millî değerlere saldırmaları hep görevlerini yapmak içindir. Milletler kalkınıp şuurlandıkça yok olup gideceklerdir. Dezenfekte edilen yerdeki sağlık düşmanı böceklerin yok oluşu gibi.

     Onlar şimdi komünizmdeki çatlakların acısını duyan; Moskova, Pekin ve Belgrat gibi üçe bölünmenin şaşkınlığı içinde mezbuhane son debelenişlerini yapan zavallılardır. Yalnız bataklıklarda üreyen sülükler gibi, sefalet bataklıkları kurutulunca yok olacaklardır.

ÖTÜKEN, 10 Haziran 1965, Sayı: 19

terdit : Sözü, okuyucunun hiç beklemediği bir biçimde bitirerek onu şaşırtma sanatına terdit denir.
mezbuhane : f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
TÜRKİYE'DE SOSYALİST VE KOMÜNİST FAALİYETLERİ


     Doktor Tevetoğlu Fethi, 1944‐1945 yıllarında, o zamanki Halk Partisi hükümetinin ve onun Millî Şefinin Türkçülük düşmanı seferinde, sanık sandalyesine şerefle oturanlardan biridir. Türkiye'de birçok defa yapılan komünist tutuklamalarında, sanıklar birbirleri aleyhinde bulunup birbirlerini ihbar ettikleri, bu yüzden birbirlerine düştükleri, bugün de düşman bölüntülere ayrıldıkları halde 1944'ün Türkçüleri, hemen tam mevcutla aynı hizada bulunuyorlar. Tesadüfün şevkiyle aralarına karışmış ve duruşmalarda Halk Partisi kimlik kartını göstererek kendisini kurtarmaya çalışmış, veya sonradan ülküden dönmüş bir iki karakter düşkünü dışında Türkçüler yine o Türkçülerdir.

     O Türkçülerden biri olan Tevetoğlu bugün Türk devletinde oldukça yüksek bir mevki işgal etmekte, Samsun senatörü bulunmaktadır. Eski bir Askerî Tıbbiyeli olduğu için milliyetçiliğin köklü ocaklarının birinde yetişmiş olması ve otuz yıllık bir süreden beri aynı konu üzerinde sebatlı ve metotlu olarak durması Tevetoğlu'nu tıpkı Darende Köylü İlhan gibi bir "uzman" seviyesine yükseltmiş, yurtta ve dünyada komünizm üzerindeki toplantıların aranılır adamı haline getirmiştir. 1967de "Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler" adıyla yayınladığı büyük kitap ise onu artık cumhuriyet çağının tarihçileri arasına sokmuştur. Edebî, sosyal ve siyasî pek çok eserleri arasında bu sonuncusu Tevetoğlu'na kesin şahsiyetini kazandıracak ve eseri siyasî ve içtimaî tarihimizin ana kaynaklarından biri olarak Türk kütüphanesine girecektir.

     Bu 720 sayfalık büyük eseri ortaya çıktığı günden beri komünistlerin hücumuna uğramıştır. Daha da uğrayacaktır. Bunu eserin kuvvetinde ve komünistlere indirdiği darbede aramak lâzımdır. Karanlıkta yasamayı seven baykuşlar, üzerlerine çevrilen ışıldaktan elbette sevinecek değillerdir. Yalnız iki sayfalık önsözündeki satırlar bile onları çılgına döndürecek kadar kuvvetli ve tesirlidir. Bu kuvvet, solcuların neden Tevetoğlu'na düşman olduklarını, niçin en bayağı iftiraları atacak kadar alçaklaşıp rezilleştiklerini ortaya koymaktadır. Çünkü onların başlıca silâhı yalan ve iftiradır.

     Tevetoğlu'nun eseri zengin bibliyografyası, endeksi, tasnif ve tertibi ile metotlu olarak yazılmış bir tarihtir. Bu eseri hazırlamak için nasıl çalıştığını bilenlerce takdir duygularını ibzal etmek tabiidir.

     Tevetoğlu eski bir Türkçü olduğu için komünizme düşmandır. Fakat bu düşmanlık onun objektif bir tarihçi olmasına engel teşkil etmemiştir. Ortaya koyduğu belgelerle bu komünizmin nasıl bir vatan ve millet düşmanlığı olduğunu kesinlikle ispat etmiştir. Türkiye'de ilk sosyalist derneklerinin kuruluşunda 1960 yılına kadarki elli yıl içinde resmî veya gizli olarak faaliyet gösteren sosyalist ve komünist teşekkülleri birer birer ele alınmış, vatan aleyhtarı davranışları indirtilmiş, akıbetleri açıklanmıştır.

     Eserin bölümlerini sıralayacak değilim. Yalnız baştan sona mutlaka okunmasını tavsiye edeceğim.

     Sabahın beşinde kalkmak suretiyle aylarca süren bîr çalışmanın parlak neticesi, fikirleri aydınlatmak, gafil gözleri açmak bakımından çok başarılı bir eserdir. Birçok bölümleri Türkçülere her bakımdan hak verdirecek niteliktedir. Sosyalist ve komünist fikirlere saplananlar arasında Gayrı Türkler’in sayı çokluğu, üzerinde durulmaya değer bir noktadır. Selanik Dönmeleri, Slavlar, Rum Dönmeleri, Ermeniler göze çarpmaktadır.

     Göze çarpan diğer bir özelliği, eserin konusunu teşkil eden 1910‐1960 yılları arasındaki olaylarla günümüzdeki komünist faaliyetleri arasındaki büyük benzerliktir. Tâbirler, benzetmeler, taktik, metot aynıdır. Hattâ şahısların bir kısmı da aynıdır. Tevetoğlu'nun da belirttiği gibi komünistler sıkıyı görünce dönmek, birbirini haber vermek, fakat elverişli ortam bulunca yine namussuzluğa başlamak babında cidden üstattırlar. Haysiyetleri yoktur. Bu yüzden girgindirler. Girgin oldukları için de başarı sağlarlar.

     Buna örnek olarak Sabahattin Ali'yi gösterebilirim: Rejim ve Atatürk aleyhtarı bir manzumesinden dolayı mahkûm olup çıktıktan sonra bir iş almak için Mîllî Eğitim Bakanlığına baş vurmuş, kendisine "fikrini değiştirdiğini ispat et" demişler, o da "Son Aşkım" diye bir manzume yazıp Atatürk'ün aşkıyla yanıp kavrulduğunu ilân etmiş ve işe alınmıştır. Buna benzer olayların çokluğundan dolayı, tabiî, komünistleri sorumlu tutmak doğru olmaz. Suç, hiç şüphesiz, onlara devlet kapısında yer veren hükümetlerdedir. Bu hükümetler de yine, bilindiği gibi, İsmet Paşa zamanının hükümetleridir.

     Mahkûm edilmiş komünistlere Kadro dergisini çıkartarak ilk başyazısını yazan adam Başbakan İsmet İnönü'dür. Bu acı hâtıra dolayısıyladır ki "ortanın solu" nazariyesi şüphe ile karşılanmakta, Turhan Feyzioğlu, Tahsin Banguoğlu gibi Halk Partisine çok sadık profesörler kopmaktadır. Bu kopmaları "komprador", "Amerikancı" gibi bayat teranelerle mânâlandırmaya kalkmak şüphesiz çok basit ve zekâdan mahrum, izahlardır.

    Tevetoğlu'nun kitabında, solcuların son yıllardaki hezeyanlarını cevaplandıran çok şeyler vardır. Meselâ Atatürk'ün "komünizmin her görüldüğü yerde ezilmesi" hakkındaki sözlerini söylenmemiş gibi göstermeye çabalamak bu hezeyanların mühimlerindendir. Kitabın 429‐430 ve 436‐437. sayfalarında bu husustaki açıklamalar, Atatürk'ün tarihi hitabesinin 7 Ağustos 1920 tarihli Cumhuriyet, Milliyet ve İkdam gazetelerinde yayınlandığının belirtilmesi su götürmez tarihî bir delildir. Atatürk devrinde onun söylemediği sözlerin kendisine isnadını düşünebilmek, düşünme kabiliyetinden mahrum olmakla eşittir. Atatürk'ü yıkamayacaklarını anladıkları için kendilerine mal etmeye çalışmak gibi gülünç ve zavallı bir iddianın peşindedirler. Bu ve buna benzer bütün boş iddiaları top yekûn çürüten deliller Tevetoğlu tarafından kitapta yerli yerine oturtulmuştur.

     Böyle kitaplar; araştırıcıları, meraklıları, öğrenmek isteyenleri ve amatörleri türlü türlü dergi ve gazeteleri karıştırmak külfetinden kurtardığı gibi hafızalardan silinen, fakat üzerinde durulması gereken olayları ve şahıslan da hatırlatır. Bu bakımdan eserin 444. sayfası unutmuş olduğumuz bir noktayı hatırlattı: Sicilli solcuların Kadro dergisinde meğer, her tasın altından çıkan, okkalarla şiir yazarak Türk şiir kralı Filorinalı Nâzım'in hayrülhalefi payesini kazanan Behçet Kemal de yazı yazmış.

     Tevetoğlu’nun bu çok mühim eserini okumak, son yılların olaylarını anlamak için şarttır. Türk milletinin büyük enerjisine rağmen yeterli yolun niçin alınmadığının sırrı bu kitapta kendiliğinden açığa vuruluyor. Çünkü vatan hainleri, sicilliler teşvik ve himaye görerek Türkiye'yi baltalamak, onu Moskof sömürgesi haline getirmek için açık ve gizli çalışmışlardır. Anayasanın gediklerinden faydalanarak bugün de bu hainliklerine devam etmektedirler. Halk Partisi çağında öğretmen, gazeteci, profesör, mebus, yüksek memur olarak işe yerleştirilenlerin tahribatı korkunç olmuştur.

     Tevetoğlu bu korkunç sahneye ışık tutmaktadır.

     Eser üzerindeki düşüncemizin özeti şudur Tevetoğlu'nun diğer eserleri elbette zamanın tasfiyesine uğrayacak. Fakat o, bu ölmez eseriyle gelecek yüzyılların Türk tarihçileri arasında daima anılacaktır.

ÖTÜKEN, 1968, Sayı: 7

içtimaî : Topluluğa ait, birlikte yaşayanlara dair. Cemiyet hayatına ait ve müteallik. Sosyal.
ibzal : Esirgemeyip bol sarfetme, bol kullanma.
komprador : 1. aracı.2. uzak doğu ülkelerinde yabancı ortaklıklar hesabına iş sözleşmesi yapan yerli aracı.
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
SOLUN 94 YILI

     Türk fikir bayatına "İnkar Fırtınası" adlı eseriyle giren Aclan Sayılgan, memleketimizdeki solculuk ve komünizm üzerinde esaslı eserler verdikten sonra nihayet "Sol'un 94 yılı" adındaki büyük kitabını yayımladı, "inkâr Fırtınasında belirttiği gibi", kendisi bir zamanlar komünistlerin arasına girip samimi olarak onlarla çalışmış, fakat bu fikrin bir "haksızlığa uğramış insanları kurtarmak" kaygısıyla değil, "Moskova'ya ajanlık etmek" niyetiyle yürütüldüğünü görünce bir kâbustan silkinir gibi kendine gelip aralarından ayrılmış ve vatan düşmanı olduğunu anladığı komünizmin karşısına dikilmiştir.

     Vaktiyle aralarında bulunmuş olması dolayısıyla Aclan Sayılgan'ın komünizm hakkındaki düşüncelerinin hususî bir değeri vardır. Uzmanlar dışında, başkalarının göremediği, sezemediği taktik ve maksatlarını anlar. Bundan başka çok okuyan bir fikir adamı olmak sebebiyle de komünizmin Türkiye'de ve dünyadaki durumunu iyi bilir.

     Nitekim "Solun 94 Yılı" Türkiye'de 1871‐1965 yılları arasındaki solculuğu anlatmakla beraber dünya komünizminin bizdekilerle olan ilişkisini de gözden kaçırmamakladır.

     Bibliyografya ve endeksiyle birlikte 512 sayfa tutan kitabın sonunda, numarasız bir formada tanınmış komünistlerin resimleri, en son sayfada da kitabın fihristi bulunmaktadır. Kitabın "Giriş" bölümünde (s. 7‐14) müellifin Türkiye’deki sosyalistler hakkındaki görüşleri ilgi çekicidir. Aclan Sayılgan’a göre 1960'tan sonra başlayan sosyalist gelişmesi henüz "moda" vasfını taşımakta, taktik ve stratejileri fantezi olmaktan ileri gidememekte, Nurettin Topçu’nun özel sosyalizmi ise bu fikrin ilkelerini Peygamberde bulmaktadır. Memleketimizin her alanındaki davranışları ve fikirlerin modayı ve fanteziyi aşamadığını düşünmek Aclan Sayılgan'ın hükmündeki doğruluğu teyit etmektedir. Üniversiteler, endüstrileşmek, beş yıllık planlar, partiler arası mücadelelerde de aynı fanteziyi görmekteyiz.

     Buna karşılık "Tanzimat" hakkındaki hükmüne katılamıyoruz. "Aclan Sayılgan şöyle diyor: "Tanzimat, Osmanlı Devleti'ni o güne kadar iktisaden de bağımsız tutmağa çalışan gruplara karşı, Avrupa sermayesinin Osmanlı İmparatorluğu içinde iş görmesini sağlayabilmek için yapılmış bir harekettir." Tanzimat hareketinin sonunda Avrupa sermayesinin Türkiye'ye girerek milleti sömürmüş olması bu hareketin onlar hesabına yapılmış olduğunu göstermez. Pusuda bekleyen Avrupa sermayesinin bundan faydalandığını ortaya koyar. Bir örnek vermek için 27 Mayıs 1960 hareketini gösterebiliriz: Bu hareketten aşırı sollar ve komünistler faydalanmış, su yüzüne çıkmış. Millet Meclisine kadar girmiş ve propagandasını aralıksız sürdürmüştür. Fakat 27 Mayıs hareketi onları için yapılmış değildir.

     İhtilâllerden, darbelerden, karışıklıklardan, hattâ seçim kavgalarından yabancıların, azınlıkların, şer kuvvetlerinin faydalandığı sosyal bir gerçektir. Buna da bîr örnek vermek için Amerika'yı gösterebiliriz. Amerikan milletinin çoğunluğu tarafından sevilmediği ve kendilerinden sayılmadığı muhakkak olan zenciler her seçimde, oylarını kazanmak isleyen partilerin verdiği tavizlerle, biraz daha hak kazanmaktadır.

     Müellif, II. Abdülhamit’in durumunu ve tutumunu objektif olarak mütalâa ederken düşündürücü bir bilgi de veriyor: "Jön Türkler hareketi gizli olarak yürütülürken, dış yardım kaynaklan İngilizler ve Fransızlar, bilhassa İngilizler Mason locaları idi" diyor. Jön Türkler tarihe vatansever olarak geçmiştir. Acaba, kendi rejimini, bu rejim kötü bile olsa, yıkmak için yabancılardan para almak hainlik değil de normal bir davranış mıdır? İnsan topluluğunu insan yapan bir takım nizamlar ve kaideler hesaba katılır, bu nizamların başında beşerî ve ferdî ahlâk bulunduğu düşünülürse bu davranışa normaldir denilemez. İngiltere ve Fransa gibi o zamanki Türkiye'yi yok etmeye çalışan devletlerin fertlerinden veya derneklerinden para almak ahlâkî bir hareket değildir. Ahlâkî olmayan hareket öldürücü bir hastalığın mikrobu gibidir. Bir yere girdi mi oradan hayır gelmez. Jön Türk hareketinin sonu malûmdur.

     Eserin bize anlattığına göre Osmanlı İmparatorluğundaki ilk sosyalist hareketler Gayri Türkler tarafından başlatılmıştır. Marksist fikir hareketlerini ilk öne sürenler Ermeni komitalarıdır. Osmanlı tarihinde kanlı birer iz bırakmış olan Hınçak ve Taşnak komitaları, Marksizm’in Türkiye'de ilk mümessilleridir.

     İkinci Meşrutiyette Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumeli bölgesinde de sosyalizm Bulgarlar, Yunanlılar ve Yahudiler sırasında yayılmıştı. Müellif bu durumu şu satırlarla ifade ediyor: "Şunu hemen belirtelim ki Osmanlı imparatorluğu içindeki sosyalist kaynaşmalar Türk unsurunun hareketi olmayıp Yahudi, Rum, Bulgarların bir hareketi idi. Türkler yalnız İstanbul’da küçük bir azınlık olarak sosyalist fikirlere ilgi gösterdiler" (s. 26)

     Aclan Sayılgan, ilk sosyalist şahıslara ait bilgi verirken hazmedilmemiş bir sosyalizmin insanları nerelere sürüklediğine dair örnekler de gösteriyor. İlk sosyalistlerden Baha Tevfik (1884‐1914), müellifin ifadesine göre "Milliyetçilik aleyhtarı idi. Balkan bozgununun sebebini milliyetçilikte buluyordu. Türk tarihi ve mazisi onun için Yeniçeri kavgalarından ibaretti". Türk tarihi hakkında bu kadar sakat görüşü olan bir adamın devlet nizamı ve millet geleceği üzerindeki fikirleri elbette hiçbir değer taşımayacaktı. Tabiî ilimlerde bilgi sahibi olmasına rağmen tarih ve edebiyat hakkında hiçbir şey bilmemesi Baha Tevfik'i gülünç hükümlere sürüklemiş "mazi gibi milliyet de istibdaddır" diyip işin içinden çıkmıştır.

     Meşhur Sadrazam Küçük Sait Paşa'nın oğlu olan Ali Namık (1885‐1953) ise köklü bir aileden gelmenin ve iyi eğitim görmenin tesiriyle olacak, daha mantıkî düşünüyordu. Ali Namık, sınıf savaşının mutlaka gerekli olmadığına, bundan fayda yerine zarar doğacağına inanmaktadır. Grevlerin aleyhindedir. Grevle sağlanacak refahın sağlam olmadığına kabildir. Yapılması gerekli iş reform hareketidir, Ali Namık mülkiyeti millileştirmenin tedrici olmasına taraftardır.

     Nüzhet Sabit (1883‐1919) ise sosyalistten çok Türkçü ve Turancıdır. Onun "Kırk Beş Bin Tunguz" ve "Tomris'in Rüyası" adlı büyük hikayeleri tam bir Turancı görüşüyle yazılmıştır. Aclan Sayılgan'ın bu hikâyeleri görmediği anlaşılıyor.

     Sosyalizmin çağımızda gaye değil, vasıta ve alet olarak kullanıldığını Aclan Sayılgan da kabul ederek
eserinin birinci bölümünde (s. 53‐54) bunu şöylece açıklıyor
:

     Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk işçi sendikaları Selanik’te kurulmuştu. Üyelerinin çoğunluğu Ermeni, Yahudi, Bulgar ve Rum'du. Sosyalist olarak Meclis‐i Mebus’ân a girmiş mebuslar da bu sosyalist teşekküller tarafından desteklenmiş Bulgar ve Ermeniler idi. Daha doğrusu sosyalizm, Bulgar ve Ermeni milliyetçilerinin ellerinde kurtuluş bayrağı idi. Yahudiler (Siyonizm) için ise paye Filistin'de bir vatan elde etmek idi. Bundan dolayı Osmanlı imparatorluğu’nun parçalanması, Bulgar ve Ermeni Komitacılarının sosyalist olmakla birlikte Osmanlı Sosyalist Fırkası'na itibar etmeyişlerinin nedeni, gayelerinin sosyalizm olmadığına delildir, istiklâl peşinde koşan Bulgar ve Ermeni milliyetçileri kendilerini "Osmanlı" hissetmiyorlardı. Bu milliyetçi grupların, sosyalizmi, kurtuluşları için vasıta almaları Marksın mazlumların hâkim sınıflardan öç alma duygusuna bağlanabilir.

     Tarihî bir gerçek olan bu satırları, Türkiye'de yaşayan herkesi bu vatanın halis evlâtları sayan ganilere ithaf ediyorum. Felâketlerden ibret almayanlar için tarihin hayat hakkı tanımadığını bir kere daha hatırlatırım.

    Sosyalistlerin iç yününü gösteren bir diğer örnek de uzun müddet Paris'te yaşamış olan Doktor Nevzat adında bir orijinal sosyalistin millî bir davadaki görüşüdür. Bu sosyalist 1913'te yazdığı "Ahaliye Davet" adlı risalede Edirne'nin Bulgaristan'a verilmesini istiyordu (s. 60)

     Aclan Sayılgan "Soldaki Çatlaklar" adlı eserinde belirttiği gibi bu eserinde de komünistlerin ikiye ayrıldığını, bir kısmının Ortodoks yani aşırı ve mutaassıp grup, bir kısmının da mahallicilik güden daha makul bir zümre olduğunu ortaya koyuyor. Önünde sonunda komünizmin de parçalanacağı bir zaruretidir. Tito hareketiyle başlayan, Rus ve Çin komünizmleri şeklinde rekabetle gelişen, Romanya ve Çekoslovakya'nın kendilerini sıyırdıkları komünizm Rusya'da bile eski vahşetini kaybetmiş, Macar ihtilâlinde ordu sevk eden Ruslar, Çeklere karşı aciz kalmıştır, insanlık tarihinin büyük ve tabiî bir mahsulü olan milliyet ne kuvvetle, ne de karşı ideoloji ile ortadan kaldırılamaz. Rusya, sonun başlangıcındadır. Yani parçalanmaya mahkûmdur. Onun süper devlet olması bu parçalanmayı önleyemez. İmparatorlukların kemali zevaldir. İkinci Cihan Savaşı başlarken tek süper devlet olan İngiltere'nin bugünkü durumu bu hakikati ortaya koymaktadır.

     Fakat Rusya'nın zevale mahkûmiyeti, daha bir süre birçok insanın ona bağlanmasına engel olamayacaktır.

      Aclan Sayılgan'ın eserinde Türkiye Komünist Partisi'ne başkanlık edenler hakkında verilen bilgi bir yönden çok ibret vericidir. Malûm olduğu üzere komünistlerdeki hiyerarşi bir tuhaftır. Sovyet devletinin protokolünde bir numaralı şahsiyet parti genel sekreteridir. İkincisi başbakan, üçüncüsü devlet başkanıdır. Bu sebeple komünist partisinde genel sekreter gerçekte partinin başkanı demektir.

      Komünist hücrelerinde de başkana sekreter denir.

      Türkiye Komünist Partisine başkanlık edenlerden en mühimi ve körü körüne Rusya taraftarı olan ikincisi Doktor Şefik Hüsnü Değmer ve Nazım Hikmet Verzanski'dir. Tuhaf bir tesadüfle bunların ikisi de Türk menşeli değildir. Şefik Hüsnü, Selanikli Yahudi dönmesi; Nazım Hikmet ise Polonyalıdır.

      Komünist hareketine karışmış, gizli komünist partisine başkanlık etmiş birçok kimsenin adı Aclan Sayılgan'ın eserinde sıralanıyor. Bunlardan bir haylisinin bir mahallicilik yünü olduğu belirtiliyor. Yani onlar Şefik Hüsnü ve Nazım Hikmet gibi kürü körüne Moskova aleti olmuyorlar da hiç olmazsa komünizmin Türkiye şartlarına uydurulması üzerinde bazı fikirler ileri sürüyorlar. Bunun sebebi nedir?

       Acaba Şefik Hüsnü ve Nazmı Hikmet Türk soyundan olmadıkları, kendilerini Türk duymadıkları için mi bu milletin bekası ile hiç ilgili görünmüyorlar? Bu konu, üzerinde durulmaya değecek kadar mühimdir. Bir etüt olarak işlenmelidir. En mutaassıp komünistlerden Sabıka Zekeriya'nın da bir Selanik Yahudi dönmesi oluşu, adları sayılanlar arasında Gayrı Türkler’in bir hayli bulunuşu dikkatten kaçacak gibi değildir.

      Komünizme bulaşmış olanlar arasında sonradan hükümette ve Halk Partisi'nde veya devlet memuriyetinde bulunmuş şahıslar da dikkati çekiyor: Prof. Hamit Sadi, Prof. Ali Yar, Halk Partisi'nin Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer, Tarih Kurumu Başkanı Şevket Aziz Kansu bunlardandır. Daha sonraki devrelerde Sadrettin CeIâl, Hasan Ali Ediz, Sabahattin Ali, Mahsur Tekin gibi komünistlere devlet teşkilâtında yer verilmesi, Sadri Etem'in mebus yapılması ve daha bunun gibi bir yığın davranışlar Halk Partisi hükümetlerinin ileriyi iyi göremediklerini ispat eder. Meselâ Sadrettin Celâl gibi Komintern'den emir alan ve Türkiye'de Gizli Komünist Partisi'ni harekete geçiren birisinin Yüksek Öğretmen Okulunda pedagoji öğretmeni ve üniversitede profesör yapılması bağışlanır bir gaflet değildir. Aynı kısa görüşlülük Demokrat Parti iktidarında da devam etmiş genel af sırasında komünistlerin de bundan faydalanmasını Demokrat Parti içindeki sollar bir hile ile sağlamışlardır.

     Devlet başındakilerin bu türlü yanlış davranışlarını milletler çeker. Sadrettin Celâl’in öğretmenliği ve profesörlüğü sırasında komünizmin ne olduğu, Türkiye hakkındaki niyetleri artık iyice anlaşılmıştı. Böyle olduğu halde Moskova'ya bağlı bir adamın öğretmenlik gibi tesirli bir alana yerleştirilmesi aklın alacağı işlerden değildir.



DEVAM EDECEK....
(25 Temmuz. 1968), ÖTÜKEN, 1968, Sayı: 8

müellif : Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, yazar.
istibdad : Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak.
gani :  kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol.
kemali zevali : "olgunlaşması sona ermedir" anlamında
Komintern : Komünist Enternasyonal ya da Üçüncü Enternasyonal olarak da bilinir.
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
HASAN ÂLİ HESAP VERMELİDİR
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.

Çevrimdışı YALNIZKURTKARAGÜLLE

  • GÖKBÖRÜ SİNOP
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1345
  • Mekanı Uçmağda!
10 EYLÜL 2022'DE UÇMAĞA VARDI..!
TANRI DAĞINDA...
ATSIZ ATA OTAĞINDA, ULU ATALAR HUZURUNDA DİZ VURMAKTA!


Dört yanım soru, Tanrı'm
Hepsi en zoru Tanrı'm
Soruların zorundan
Soyumu koru Tanrı'm

Sen Tanrı değil misin, adını yargılatma
Sana Tanrı deyince, dinimi sorgulatma
Ya adam et bunları, ya beraber yaşatma
Kanı bozuk olanlar "Türk'üm" diyemesinler
Ve Türk'ün dik başını yere eğemesinler.