Türkçü Turancı Otağ
GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: Akçura - 25 Kasım 2011
-
Abdülhamid'e Göksultan demek ne kadar doğrudur?
-
Abdülhamid'e Göksultan demek ne kadar doğrudur?
Abdülhamid Han'ı anlamak için günün şartlarına göre değerlendirmek gerekir.
En basit örneği olarak Osmanlı devleti'nin borcunu ödemeye isteyen lakin, kudüs bölgesini ve hac için istenen toprakları yahudilere para karşılığı vermemesi bile büyük bir devlet adamlığıdır.
Ayrıca nu konu hakkında Atsız Atamızın yazmış olduğu yazıyı ekliyorum.
Nihal Atsız'ın Kaleminden ABDÜLHAMİD HAN
Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?
Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,
Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.
Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.
Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;
Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,
Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!
gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.
Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar( ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.
Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:
Türk, Musevi, Rum, Ermeni,
Gördük bu rûz-ı rûşeni!
şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.
Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.
İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?
İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.
Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.
Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.
Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.
Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?
Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.
Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.
Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması... Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?
Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?
Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?
“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.
Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?
O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?
Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.
Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.
Ve sokmadı da...
Ne diyelim? Durağı cennet olsun...
Kaynak
H.Nihal Atsız
Ocak Dergisi , 11. Sayı , 11 Mayıs 1956
-
Yeni Osmanlıcı soysuzlara aldanan milletimizin dikkatine!
Tayyip Erdoğan Dersim için özür dilemiş.
Hem de devlet adına.
Haydi ordan bre densiz sen kimsin devlet kim?
Şaşkaza başbakan oldum diye kendini devlet mi sanırsın bre dangalak?
Tarihle yüzleşeceklermiş?
Haydi buyursunlar, gerçek tarihle yüzleşecek yüzleri ve takatleri varsa.
Türklüğün derin vicdanı olmuş Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk sizin ağabalarınızın ipliklerini birer birer pazara çıkarıp o sarıklarınızın altında, o cüppelerinizin içinde hangi Türk ve İslam düşmanı mahfillerle el ve işbirliği yaptıklarını birer birer orataya koymadı mı?
Haydi şereften yoksun said-i kürdi(şimdilerde nursi olduya, neyse) teşkilat-ı mahsusa tüzüğünü Almanlar nam-ı hesabına Almanlardan aldığı memuriyet ve ödenek karşılığında yazmadı desenize.
Haydi Cumhuriyet Meclisi çatısı altında anacağınız Abdulaziz namlı Osmanlı padişahı İngiliz Kraliçesinden "Hıristiyanlık Büyük Hizmet Şövalyelik Nişanı"nı almadı desenize.
Şu günlerde İngilterede bulunan Abdullah Güle 'de aynı nişanı taktıklarından zerre şüphem yoktur.
Haydin siz diyin ki biz İngiliz, Fransız, Alman köpeği değiliz?
Ben de sizin de ağabalarınızında dün de bu gün de Alman'a İngiliz'e, Fransız'a, yani azgın Türklük ve İslamlık düşmanı haçlı batıya, nasıl köpeklik ettiğinizi belgesiyle ispat etmezsem nesebi belirsiz bir veled-i zina olayım.
Ve hatta sizin gerçek ve samimi bir mümin ve müslüman olmadığınızı bile ispat etmezsem taşıdığım kan ve mübarek Türk adı bana haram olsun!
Ne diyor Maide suresi 51. ayeti?
"Kendinize Allah'tan başkasını veli edinmeyin"
Sizin veliniz de mevlanız da haçlı batı değil mi ulan binbir suratlarından binbir türlü çirkef, riya ve şerefsizlik akan alçaklar!
Sizin o kutsanmış Türk Başbuğu Hazreti Atatürk'e olan öfkenizin tek sebebi vaktiyle sizi "velisiz" ve "mevlasız" bıraktığı için değil mi.
Haydi yalan deyin!
Bilmem kaç milyonluk koskoca(!) imparatorluktan, Osmanlıdan, bir tek adam çıktı ve O adam hakikaten adamdı.
O adamın ahlakı da, karekteri de, seciyeside İsrail Oğullarına gelen peygamberlerden daha yüksekti ve siz bunu bildiğiniz için O büyük adam karşısında hep ezildiniz, küçüklüğünüzü hissederek alçaldıkça alçaldınız!
Sizin Türklüğün Bozkurt oğlu Türk Yalavacı Gazi Başbuğ Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK hazretlerine olan düşmanlığınızın tek sebebi bu değilmi ulan alçaklar?
O adam var oldukça sizin adam olmadığınız hep belli olacak.
İşte onun için O ADAM'ı yok etmeye çalışıyorsunuz.
Gerçi O'nu yok etmeye gücünüz yetmeyecek ama..
Hele devran size dönerken kirletin şimdilik ortalığı...
İcra edin bozuk kanınızın bütün hükmünü!
İcra edin ve hatta haddinizi aştıkça aşın ki Türk'ün mukadder olan günü geldiğinde Türklüğün hınç ve kininin şiddedi azim olsun!
Son söz: Türk atasözü.
Keser döner sap döner, gün olur hesap döner!
TTK.
-
BAŞBUĞ ATATÜRK'e dil uzatacak kadar kuduzlaşan bu it sürüsünün kendilerini nasıl adlandırdıklarının çok bir önemi yoktur. Meydanı boş bulan salyalı kuduz itleri muhatap almayacağız.
Bir it size havladığında onunla münakaşa girmez; sahibiyle muhatap olursunuz ! Bizim muhataplarımızda bunların sahibi olanlardır. Bu besleme, yanaşma enikler hiçbir Türk'ün dengi değildir, olamazda !
BAŞBUĞ ATATÜRK'ü ve onun aziz hatırasını lekelemeye, yok etmeye ne sizin ne de sahiplerinizin gücü yeter ! Bunu iyi belleyin ! İstediğiniz kadarda havlayıp hırlayıp durun. İt ürür, kervan yürür !
TTK
-
Tarihle yüzleşeceklermiş?
Haydi buyursunlar, gerçek tarihle yüzleşecek yüzleri ve takatleri varsa.
Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanı, vekili, akıl hocası hep birden aynı çağrıyı yapıyorlar:
“Tarihimizle yüzleşelim...”
Hazır Abdullah Gül Londra’da, “demokrasinin beşiğinden sesleniyorum” psikolojisiyle, “Bir ülkenin vatandaşına bana hesap sorabilirsin hakkını vermesi çok önemli” demiş ve bir nevi “dokunanın yanmayacağı”na dair garanti vermişken, yüzleşelim tabii...
Yüzleşelim ki millet bilsin, yüzyıllarca “Hoca” diye, “Efendi” diye, “Paşa” diye, “Sultan” diye nasıl hainini sırtında taşımaya mecbur edildiğini...
Yüzleşelim ki millet tanısın, milliyetçilere “kafatasçı” diyenlerin “Türk’ün kafatasından kan içen” dedelerini...
Yüzleşelim ki millet öğrensin, bin yıldır bir türlü doğrulamamasının nedenini:
Sırtındaki hançer izleri!
Hislerime tercüman olmuş, adeta lafı ağzımdan almış, Selcan TAŞÇI Hanımefendi.
Selcan Hanımdan hakkını helal etmesini dileyerek yazısını ekliyorum.
TTK.
-
Tarihle yüzleşeceklermiş?
Haydi buyursunlar, gerçek tarihle yüzleşecek yüzleri ve takatleri varsa.
Boy hedefi yaptıkları Başbuğ Atatürk'ü kiminle ve neyle vurmak istiyorlarsa onunla yüzleşelim.
Kimi istiyor ve diliyorlarsa buyursunlar yüzleşelim.
Osmanlının ihtişamlı şahsiyetlerini mi koyarlar, şanı arşa varmış(!) din adamlarını mı getiriler, mazlum diye diye ağlaştıkları ağlak oğlanlarını mı getiriler kendileri bilir.
Onlar getirsin biz onların ne mal olduklarını, Türklüğe karşı yürütülen hangi haysiyetsizliğin figuranlığıyla ellerini ve vicdanlarını kirlettiklerini birer birer ortaya dökelim.
Fatih'de dahil, Atsız Beğ'in Göksultan dediği Abdulhamit de dahil, Ebu Suud Efendileri de dahil, ve hatta Enver Paşaları da dahil, Mehmet Akifleri de....
Kimi diliyorlarsa ve Başbuğ Atatürk'ü kiminle vurmak istiyorlarsa buyursun gelsinler, getirsinler, yürekleri varsa.
Deri cinsine göre kiminde “yüz kızartıcı”, kiminde “morartıcı”, kiminde “kireç gibi yapıcı”, kiminde “yerin dibine batırıcı” yan etkileri olacak mutlaka ama madem ille de “yüzleşmek” istiyorlar, "hamama giren terler" misali, ödeyecekler artık “ecdad” mirası “Pandora’nın Kutusu”nu açmanın bedelini! (*)
Atatürk'e en az düşmanlık ve husumet gütmüşünün bile altından bir kalbur cücük çıkartmazsak Başbuğ Atatürk bizi evlatlıktan reddetsin!
TTK.
(*)Alıntı yaptığım bu ifadeler Selcan TAŞÇI hanımefendiye aittir.
-
Bırakın bir ülkenin yöneticisini sıradan bir aile babası sorumluluğu taşıyan birisi bile, taşıdığı sorumluluğun gereği, belli ölçü ve prensipler doğrultusunda hareket etmek zorundadır.
Bir halk deyiminde "kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmaz" denilmektedir.
Ülkenin başbakanı sıfatını taşıyan (daha doğrusu taşıyamayan) Recep Tayyip Erdoğan Necip Fazıl Kısakürek adlı arap devşirmesi mürtecinin iftira ve ifratlarla dolu lağım poşeti rezaletindeki "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabını kamera ve objektiflere göstere göstere elinde taşıyor.
Bir insan bu kadar mı beyinsiz olur?
Bu kadar mı gözlerini fanatizmle karartır?
Bu kadar mı Türklüğün milli mukaddesatına karşı saldırıya geçer?
Hem de Necip Fazıl denilen devşirme müfteri ve mürteciyi kendisine referans yaparak?
Başbakanın bu yaptığı başka bir ülkede olsa karikatür konusu olurdu?
Necip Fazıl denilen müfteri mürtecinin "Son Devrin Din Mazlumları" adlı lağım çukurundan beter kitabında ileri sürdüğü şeylerin hiç birisinin ne hukuki, ne vicdani ve ne de maddi delili mevcut değildir.
Bu kitapta "yunanla işbirliği" belgelendiği için idamına hükmedilen İskilipli Atıf Hoca denilen vatan haini, Şapka Kanunundan önce yazdığı Frenk Mukallitliği adlı kitabından dolayı idam edildi diye yazmaktadır. Oysaki mahkeme kayıtlarında bu suçtan "kanun geriye işlemez" hükmüyle beraat ettirilmiştir.
Başbakanın kılavuzları bunlardır.
Kargayı kendisine kılavuz yapanların hal ve kaderi yalnızca karganın kaderiyle kalmayacaktır.
Başbakan Dersim'iz Seyit Rıza diyor ama, Seyit Rıza'nın yaptıklarına ve de akibetine hiç bakmıyor.
TTK.
-
Yahudiler'e vermediği toprakların yanında bir de Ayestafanos(Yeşilköy) hezimeti vardır ki imzalayan paşaya bizzat "Ne isterlerse verin" talimatı vardır kendisinin. Gerçi bu anlaşma iptal edilse de daha sonra daha da ağırı imzalanmıştır. Şevket Süreyya Aydemir "Enver Paşa" isimli kitabının 1. cildinde bunu belgeleriyle aktarmakta. Sadece bu değil, Abdülhamit'in ne kadar devletten ve ülkeden bihaber, ne kadar kendi saltanatına düşkün, ne kadar bilgisiz ve aynı zamanda birçok kez paranoya belirtileri gösterdiğini yazar. Tabiki hepsi belgeleriyle kitapta mevcut. Tabiki birkkaç olumlu yanı da vardır ama öyle çok olumsuz yanı vardır ki olumluları gölgede bırakır. Bu nedenle Abdülhamit'e göksultan denemez. Hele ki ona karşı mücade eden Enver Paşa'nın idealine sahip olduğunu idda eden bizler bunu hiç diyemeyiz. Tutarlı olmak lazımdır.
-
Sayın Akçura;
Tutarlı olmaktan bahsetmişsiniz yalnız yukarı da adını yazdığınız "Şevket Süreyya Aydemir" hayatı boyunca tutarlı olamamış birisidir.
Bundan dolayı yanlış örnekler ve yanlış kişiler üzerinden konuşmanın bir mantığı yoktur.
Şevket Süreyya Aydemir yerine Atsız Ata'nın eserlerini kaynak almanız gerekmektedir.
-
Sayın Akçura;
Tutarlı olmaktan bahsetmişsiniz yalnız yukarı da adını yazdığınız "Şevket Süreyya Aydemir" hayatı boyunca tutarlı olamamış birisidir.
Bundan dolayı yanlış örnekler ve yanlış kişiler üzerinden konuşmanın bir mantığı yoktur.
Şevket Süreyya Aydemir yerine Atsız Ata'nın eserlerini kaynak almanız gerekmektedir.
Evet, kendisi Türkçü-Turancı bir kimliğe sahipken daha sonra Komünistler içerisinde de varlık göstermiştir, son olarak ise Kemalist kimliğiyle tanınmıştır. Kemalizm ile Türkçülük bir bünye de olabilse de Komünizm'in pek olabileceğini sanmıyorum. Lakin bu kendisinin çelişkisidir, kitapta paylaştıkları ise belgelere dayalı gerçekler. Biz tutarlı olalım ki yarın öbür gün başkası da bu Türkçüler ne tutarsız adamlardı demesinler.
-
Abdülhamid'e Göksultan demek ne kadar doğrudur?
Abdulhamit için "Göksultan" ifadesini kullanan ilk kişi Türkçülüğün tartışmasız en önemli ve son kalesi olan Uluğ Bilge Atsız Atadır.
Madem Uluğ Bilge Atsız Atamız öyle münasip görmüş; bize de, Uluğ Bilge Atsız Atamızı takip etmek düşer. Sorgulamaksa had bilmezlik ve Uluğ Bilge Atsız Ata gibi bir bilgeye karşı saygısızlık olur.
Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
-
Abdulhamit için "Göksultan" ifadesini kullanan ilk kişi Türkçülüğün tartışmasız en önemli ve son kalesi olan Uluğ Bilge Atsız Atadır.
Madem Uluğ Bilge Atsız Atamız öyle münasip görmüş; bize de, Uluğ Bilge Atsız Atamızı takip etmek düşer. Sorgulamaksa had bilmezlik ve Uluğ Bilge Atsız Ata gibi bir bilgeye karşı saygısızlık olur.
Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla..
Çağrıbey
Türkçülüğün son ve en önemli kalelerinden biri kesinlikle Atsız'dır. Bu su götürmez bir gerçektir. Lakin her söylediği doğrudur veya düşünceleri tartışılamaz diye bir kaide yoktur. Türkçülük fikir ister, fikir üretmek ister. Turan için düşünce üretmek, strateji yaratmak ister. Biatçılık Türkçülük'te değil, ümmetçiliktedir. Şeyhleri ne derse o olur üstüne söz söylenmez. Böyle bir anlayış Türkçülük'te yok! Atsız beğe saygısızlık elbetteki hiçbir Türkçü yapamaz, onun fikirlerini tartışmak da ona karşı saygısızlık değildir zaten. Diğer Türkçüler'den de en az Atsız kadar faydalanmak ve tüm Türkçüler'in fikirlerinden bir harman yapmaktır asıl önemli olan. Sloganınız çok güzel, ne mutlu Türk olana ve Türk gibi yaşayana. Oysa ki Göksultan dediğiniz Abdülhamit ne Türk gibi yaşayan bir hanedandır, ne de kanı saf kalmış bir Türk'tür.
-
İçerisinden geçtiğimiz şu lânet sürece dâir son derece mânidar bir yazının bu denli tahrif edildiğini bir başka forumda görsem şaşırmazdım da, buna ''burada'' şâhit olmak, beni doğrusu epey üzdü.
Abdülhamid'e Göksultan demek ne kadar doğrudur?
Tayyip Erdoğan Dersim için özür dilemiş.
Hem de devlet adına.
Haydi ordan bre densiz sen kimsin devlet kim?
Şaşkaza başbakan oldum diye kendini devlet mi sanırsın bre dangalak?
Tarihle yüzleşeceklermiş?
Haydi buyursunlar, gerçek tarihle yüzleşecek yüzleri ve takatleri varsa.
Türklüğün derin vicdanı olmuş Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk sizin ağabalarınızın ipliklerini birer birer pazara çıkarıp o sarıklarınızın altında, o cüppelerinizin içinde hangi Türk ve İslam düşmanı mahfillerle el ve işbirliği yaptıklarını birer birer orataya koymadı mı?
Haydi şereften yoksun said-i kürdi(şimdilerde nursi olduya, neyse) teşkilat-ı mahsusa tüzüğünü Almanlar nam-ı hesabına Almanlardan aldığı memuriyet ve ödenek karşılığında yazmadı desenize.
Haydi Cumhuriyet Meclisi çatısı altında anacağınız Abdulaziz namlı Osmanlı padişahı İngiliz Kraliçesinden "Hıristiyanlık Büyük Hizmet Şövalyelik Nişanı"nı almadı desenize.
Şu günlerde İngilterede bulunan Abdullah Güle 'de aynı nişanı taktıklarından zerre şüphem yoktur.
Haydin siz diyin ki biz İngiliz, Fransız, Alman köpeği değiliz?
Ben de sizin de ağabalarınızında dün de bu gün de Alman'a İngiliz'e, Fransız'a, yani azgın Türklük ve İslamlık düşmanı haçlı batıya, nasıl köpeklik ettiğinizi belgesiyle ispat etmezsem nesebi belirsiz bir veled-i zina olayım.
Ve hatta sizin gerçek ve samimi bir mümin ve müslüman olmadığınızı bile ispat etmezsem taşıdığım kan ve mübarek Türk adı bana haram olsun!
Ne diyor Maide suresi 51. ayeti?
"Kendinize Allah'tan başkasını veli edinmeyin"
Sizin veliniz de mevlanız da haçlı batı değil mi ulan binbir suratlarından binbir türlü çirkef, riya ve şerefsizlik akan alçaklar!
Sizin o kutsanmış Türk Başbuğu Hazreti Atatürk'e olan öfkenizin tek sebebi vaktiyle sizi "velisiz" ve "mevlasız" bıraktığı için değil mi.
Haydi yalan deyin!
Bilmem kaç milyonluk koskoca(!) imparatorluktan, Osmanlıdan, bir tek adam çıktı ve O adam hakikaten adamdı.
O adamın ahlakı da, karekteri de, seciyeside İsrail Oğullarına gelen peygamberlerden daha yüksekti ve siz bunu bildiğiniz için O büyük adam karşısında hep ezildiniz, küçüklüğünüzü hissederek alçaldıkça alçaldınız!
Sizin Türklüğün Bozkurt oğlu Türk Yalavacı Gazi Başbuğ Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK hazretlerine olan düşmanlığınızın tek sebebi bu değilmi ulan alçaklar?
O adam var oldukça sizin adam olmadığınız hep belli olacak.
İşte onun için O ADAM'ı yok etmeye çalışıyorsunuz.
Gerçi O'nu yok etmeye gücünüz yetmeyecek ama..
Hele devran size dönerken kirletin şimdilik ortalığı...
İcra edin bozuk kanınızın bütün hükmünü!
İcra edin ve hatta haddinizi aştıkça aşın ki Türk'ün mukadder olan günü geldiğinde Türklüğün hınç ve kininin şiddedi azim olsun!
Son söz: Türk atasözü.
Keser döner sap döner, gün olur hesap döner!
TTK.
BAŞBUĞ ATATÜRK'e dil uzatacak kadar kuduzlaşan bu it sürüsünün kendilerini nasıl adlandırdıklarının çok bir önemi yoktur. Meydanı boş bulan salyalı kuduz itleri muhatap almayacağız.
Bir it size havladığında onunla münakaşa girmez; sahibiyle muhatap olursunuz ! Bizim muhataplarımızda bunların sahibi olanlardır. Bu besleme, yanaşma enikler hiçbir Türk'ün dengi değildir, olamazda !
BAŞBUĞ ATATÜRK'ü ve onun aziz hatırasını lekelemeye, yok etmeye ne sizin ne de sahiplerinizin gücü yeter ! Bunu iyi belleyin ! İstediğiniz kadarda havlayıp hırlayıp durun. İt ürür, kervan yürür !
TTK
Hislerime tercüman olmuş, adeta lafı ağzımdan almış, Selcan TAŞÇI Hanımefendi.
Selcan Hanımdan hakkını helal etmesini dileyerek yazısını ekliyorum.
TTK.
Boy hedefi yaptıkları Başbuğ Atatürk'ü kiminle ve neyle vurmak istiyorlarsa onunla yüzleşelim.
Kimi istiyor ve diliyorlarsa buyursunlar yüzleşelim.
Osmanlının ihtişamlı şahsiyetlerini mi koyarlar, şanı arşa varmış(!) din adamlarını mı getiriler, mazlum diye diye ağlaştıkları ağlak oğlanlarını mı getiriler kendileri bilir.
Onlar getirsin biz onların ne mal olduklarını, Türklüğe karşı yürütülen hangi haysiyetsizliğin figuranlığıyla ellerini ve vicdanlarını kirlettiklerini birer birer ortaya dökelim.
Fatih'de dahil, Atsız Beğ'in Göksultan dediği Abdulhamit de dahil, Ebu Suud Efendileri de dahil, ve hatta Enver Paşaları da dahil, Mehmet Akifleri de....
Kimi diliyorlarsa ve Başbuğ Atatürk'ü kiminle vurmak istiyorlarsa buyursun gelsinler, getirsinler, yürekleri varsa.
Atatürk'e en az düşmanlık ve husumet gütmüşünün bile altından bir kalbur cücük çıkartmazsak Başbuğ Atatürk bizi evlatlıktan reddetsin!
TTK.
(*)Alıntı yaptığım bu ifadeler Selcan TAŞÇI hanımefendiye aittir.
Bırakın bir ülkenin yöneticisini sıradan bir aile babası sorumluluğu taşıyan birisi bile, taşıdığı sorumluluğun gereği, belli ölçü ve prensipler doğrultusunda hareket etmek zorundadır.
Bir halk deyiminde "kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmaz" denilmektedir.
Ülkenin başbakanı sıfatını taşıyan (daha doğrusu taşıyamayan) Recep Tayyip Erdoğan Necip Fazıl Kısakürek adlı arap devşirmesi mürtecinin iftira ve ifratlarla dolu lağım poşeti rezaletindeki "Son Devrin Din Mazlumları" adlı kitabını kamera ve objektiflere göstere göstere elinde taşıyor.
Bir insan bu kadar mı beyinsiz olur?
Bu kadar mı gözlerini fanatizmle karartır?
Bu kadar mı Türklüğün milli mukaddesatına karşı saldırıya geçer?
Hem de Necip Fazıl denilen devşirme müfteri ve mürteciyi kendisine referans yaparak?
Başbakanın bu yaptığı başka bir ülkede olsa karikatür konusu olurdu?
Necip Fazıl denilen müfteri mürtecinin "Son Devrin Din Mazlumları" adlı lağım çukurundan beter kitabında ileri sürdüğü şeylerin hiç birisinin ne hukuki, ne vicdani ve ne de maddi delili mevcut değildir.
Bu kitapta "yunanla işbirliği" belgelendiği için idamına hükmedilen İskilipli Atıf Hoca denilen vatan haini, Şapka Kanunundan önce yazdığı Frenk Mukallitliği adlı kitabından dolayı idam edildi diye yazmaktadır. Oysaki mahkeme kayıtlarında bu suçtan "kanun geriye işlemez" hükmüyle beraat ettirilmiştir.
Başbakanın kılavuzları bunlardır.
Kargayı kendisine kılavuz yapanların hal ve kaderi yalnızca karganın kaderiyle kalmayacaktır.
Başbakan Dersim'iz Seyit Rıza diyor ama, Seyit Rıza'nın yaptıklarına ve de akibetine hiç bakmıyor.
TTK.
Yahudiler'e vermediği toprakların yanında bir de Ayestafanos(Yeşilköy) hezimeti vardır ki imzalayan paşaya bizzat "Ne isterlerse verin" talimatı vardır kendisinin. Gerçi bu anlaşma iptal edilse de daha sonra daha da ağırı imzalanmıştır. Şevket Süreyya Aydemir "Enver Paşa" isimli kitabının 1. cildinde bunu belgeleriyle aktarmakta. Sadece bu değil, Abdülhamit'in ne kadar devletten ve ülkeden bihaber, ne kadar kendi saltanatına düşkün, ne kadar bilgisiz ve aynı zamanda birçok kez paranoya belirtileri gösterdiğini yazar. Tabiki hepsi belgeleriyle kitapta mevcut. Tabiki birkkaç olumlu yanı da vardır ama öyle çok olumsuz yanı vardır ki olumluları gölgede bırakır. Bu nedenle Abdülhamit'e göksultan denemez. Hele ki ona karşı mücade eden Enver Paşa'nın idealine sahip olduğunu idda eden bizler bunu hiç diyemeyiz. Tutarlı olmak lazımdır.
Evet, kendisi Türkçü-Turancı bir kimliğe sahipken daha sonra Komünistler içerisinde de varlık göstermiştir, son olarak ise Kemalist kimliğiyle tanınmıştır. Kemalizm ile Türkçülük bir bünye de olabilse de Komünizm'in pek olabileceğini sanmıyorum. Lakin bu kendisinin çelişkisidir, kitapta paylaştıkları ise belgelere dayalı gerçekler. Biz tutarlı olalım ki yarın öbür gün başkası da bu Türkçüler ne tutarsız adamlardı demesinler.
Türkçülüğün son ve en önemli kalelerinden biri kesinlikle Atsız'dır. Bu su götürmez bir gerçektir. Lakin her söylediği doğrudur veya düşünceleri tartışılamaz diye bir kaide yoktur. Türkçülük fikir ister, fikir üretmek ister. Turan için düşünce üretmek, strateji yaratmak ister. Biatçılık Türkçülük'te değil, ümmetçiliktedir. Şeyhleri ne derse o olur üstüne söz söylenmez. Böyle bir anlayış Türkçülük'te yok! Atsız beğe saygısızlık elbetteki hiçbir Türkçü yapamaz, onun fikirlerini tartışmak da ona karşı saygısızlık değildir zaten. Diğer Türkçüler'den de en az Atsız kadar faydalanmak ve tüm Türkçüler'in fikirlerinden bir harman yapmaktır asıl önemli olan. Sloganınız çok güzel, ne mutlu Türk olana ve Türk gibi yaşayana. Oysa ki Göksultan dediğiniz Abdülhamit ne Türk gibi yaşayan bir hanedandır, ne de kanı saf kalmış bir Türk'tür.
Şu yazıların, konuyla ne gibi bir alâkası var?!
Konu Abdülhamid değil ki; Abdülhamid'in, özerkliğe yönelik düşünceleri ve konfederasyon talebinin(ki o zamanlarki adı Âdem-i Merkeziyetçilikti bunun) perde arkasındaki sinsi düşünce.
Söz gelimi Apoş, yarın bir gün çıksa ve ''Adını demokratik konfederalizm koyduğum şeyin ideolojik bir arka plânı vardır ve bu da, göründüğü kadar mâsum taleplerden aslında hiç de oluşmaz'' veya AB-D beslemesi bir neo-liboş, ''Abdülhamid, Osmanlı'yı öyle veya böyle 33 sene daha sûnî teneffüsle yaşatmasaydı, Kurtuluş Savaşı'nın komutanlarını da yetiştiren okulları açmasaydı, orduyu modernize etmeseydi ve parmak ısırtan bir istihbârat teşkilâtı kurmasaydı, Osmanlı, ''Batı'nın plânladığı'' tarihte ortadan çoktan kalkardı ve bugün Türkiye diye bir ülke ol(a)mazdı ve kendisinin, âdeta dünya karmasını andıran dönemin parlamentosunu feshinin nedeni, diktatörlüğe özenmesi değil, o meclisten Türk'ün yarârına bir şey çıkmayacağından emin oluşuydu, ki bu da Atsız'ın şuurlu demokrasi tarafgirliğiyle örtüşür'' dese, ''Bunların ne mal olduğunu biliyoruz, konfederatif yönetimi benimsiyoruz'' mu diyeceksiniz?!
Doğru, kim(ler) tarafından seslendirilirse seslendirilsin, doğrudur.
Olayın bir de, konuyu bir kenara bırakıp ''kişileri tartışmak'' boyutu var ki, ona hiç girmeyelim.
Keşke bugün başımızda RTE değil Abdülhamid Han olsa da, kendileri, ''Türk için hayâtı daha da zindan nasıl edebiliriz?''den başka bir şey düşünmeyen, daha düne değin elde silâh, Türk'e kurşun sıkanların, içerisinde cirit(ve bâzen de bardak) attığı şu lânet meclisin kapısına kilidi çatır çatır vursa!
Esenlikler...
-
İçerisinden geçtiğimiz şu lânet sürece dâir son derece mânidar bir yazının bu denli tahrif edildiğini bir başka forumda görsem şaşırmazdım da, buna ''burada'' şâhit olmak, beni doğrusu epey üzdü.
Demek ki insanın her zaman şaşıracağı bir durum olurmuş.
Öyle aylarca uykuya yatar gibi kıyıda köşede durup ondan sonra da hiç bir şey olmamış gibi gelip laf ebeliği yapmak anlaşılan senin, oldum olası, huyunmuş.
Bunları bir kalem geçeceksiniz.
Hele bana ayar çekmeye çalışmak senin ne haddine? Önce haddini bileceksin!
Şu yazıların, konuyla ne gibi bir alâkası var?!
Öyle bir alakası var ki! Tabii nasıl bakıldığına bağlı.
Bu başlığın altına yazılan yazılar, meseleye bütüncül bakıldığında, doğrudan alakalı ve yazıyı destekler mahiyette.
Demek ki bakmak ve okumakla, bakıp okunanları kavramak aynı şey değilmiş.
Ya gelip taşın altına elinizi sokacaksınız, ya da selamsız bandosuna tören marşı çaldıracaksınız.
TTK.
-
''Abdülhamid, Osmanlı'yı öyle veya böyle 33 sene daha sûnî teneffüsle yaşatmasaydı, Kurtuluş Savaşı'nın komutanlarını da yetiştiren okulları açmasaydı, orduyu modernize etmeseydi ve parmak ısırtan bir istihbârat teşkilâtı kurmasaydı, Osmanlı, ''Batı'nın plânladığı'' tarihte ortadan çoktan kalkardı ve bugün Türkiye diye bir ülke ol(a)mazdı
2. Abdulhamit Han'ı diğer, özellikle son dönem, Osmanlı padişahlarından hep ayrı ve üstün tutmuşumdur.
2. Abdulhamit'le ilgili "ARAP İHANETİ ve İSRAİL'İN KURULUŞU" (https://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=3866.msg26402#msg26402) başlıklı yazımda da gereken hakkı teslim etmeyi fikir ve vicdan namusunun bir gereği ve de gerçeğin tekrarı olarak gördüğüm için yazmıştım.
"Yiğidi öldür ama hakkını yeme" ata sözünün ne demeğe geldiğini de gayet iyi bilirim.
Yalnız 2. Abdulhamid'in bazı omurgalı duruşuna karşılık omurgasız duruşlarının olduğunuda bilirim.
Beni biri ya öldürecek ya da kendisine kul ve köle yapacaksa bunun şu ya da bu şahıs olmasının ne önemi var?
İyi düşman, kötü düşman, iyi sömürgeci kötü sömürgeci diye bir şey var da ben mi bilmiyorum?
Sonuçta ben canımdan oluyorsam ve beni canımdan eden kardeşim, dostum ya da düşmanım olsa ne farkeder ki.?
Her halukarda canından olan ben değil miyim?
Aynı şey beni kul ve köle edip sömüren içinde geçerli.
2. Abdulhamit'ten önce süregelen İngiliz-Fransız aşkı konjöktör ve yeni gelişen dünya gerçekleri gereği 2. Abdulhamit'le birlikte Alman yakınlaşmasına ve bunun doğal sonucu olarak da Alman hayranlığı ve mandasına dönüşmüştür.
Yani Osmanlı öyle bir hale gelmiş ki bir yere yaslanmadan, ya da birisinin koltuğunun altına girmeden kendi başına ayakta duracak mecalini yitirmiş.
Mesele budur. Gersiyse teferruattır.
Her şeye rağmen 2. Abdulhamid'in Türk Milletinin geleceğine yönelik gayeretlerini- ki çoğu aynı zamanda Alman emelleriyle örtüşmekteydi- takdir etmiş ve hatta Atsız Ata'nın kendisini Göksultan olarak tanımlamasını sorgulamadan kabul ederek biz de kendisini Göksultan olarak görmüşüzdür.
Çoğu kişi olayların akışını hep beşeri planların sonucuna dayandırmak gibi bir hataya düşer.
Evet olayların arkasında beşeri planlar vardır ama birde bütün bunların bir disiplin ve zaman kronolojisi içerisinde işleyişini düzenleyen adına adetullah, ya da sünnetullah dediğimiz Tanrı'nın takdiri vardır.
Bu Tanrı takdiri varlık aleminin işleyişinin maddi sebeplere dayanması kuralı gereği bir takım vesilelere ve maddi gerekçelere dayalı olarak tahakkuk etmektedir.
Şu işi şu zamanda yapmasaydık şöyle olurdu gibi akıl yürütmeler sadece beşeri planın ve aklın kurallarını ihtiva eder. Ama bilinmez ki kastedilen iş o zaman yapılmasa belki daha başka sonuçlar cereyan edecek ve kimbilir bu sonuçlar umulandan da iyi neticeler verecektir.
Ben beşeri gayrete ve tebdire elbetteki önem veririm ama bilirim ki beşeri gayret ve takdirler Tanrının takdir ve iradesiyle de kuşatılıdır.
Hem sonra devleti iyi yönetmek yöneticiyi bunun için üstün kılmaz. Zaten bu iş onun asli görevidir.
Bizzat Göksultan Abdulhamit Han "Ben devlet işlerinde hatayı hoş görmem. Hata yapan kişi şayet hatayı sehven yapıyorsa bu onun devlet işleri için yetresizliğini gösterir. Yok Eğer kasten yapıyorsa o zaten haindir" diyerek o zamana dek hiç bir Osmanlı idarecisinde görülmeyen olağanüstü bir yaklaşım sergilemiştir.
Demek ki devleti iyi yönetmek bir erdem değil asli görevdir.
Biz yine de basiretsiz yöneticilere karşı daha iyi yönetenleri alkışlamak gibi bir hamiyeti göstermekle bir hakkı da teslim etmiş olmaktayız.
Bir diğer konuysa: Hep 2. Abdulhamit Han'ın açtığı okullarla gelecekte Türk Milletini kurtuluşa çıkartacak kadroların yetişmesini sağladı denilir. Doğrudur.
Lakin madolyonun diğer bir yüzü daha vardır. Madalyonun diğer yüzündeyse Abdulhamit Han'ın Osmanlıya resmi ideoloji kıldığı Alman yakınlığı bazılarında Alman hayranlığına dönüşürek ve bu hayranlığın körlüğüyle bir oldu-bittiyle, artık savaşı kaybettiği kesinleşen ve uzatmaları oynayan, Almanlar lehine Osmanlıyı savaşa sokarak fiilen parçalanması sürecini de başlatmıştır. Bu işin failleri de aynı mekteplerin yetiştirdiği kişilerdir. Demek ki sadece kaliteli okullar yetmiyormuş.
Tarih hep çift yüzlü madalyondur. Bir yüzünden bakmak olayları ve kişileri doğru anlamaya ve okumaya yetmez. Olay ve kişileri hakkıyla- ki ne gereksiz yererek karalamak ne de gereksiz yücelterek sahte kahramanlar üretmektir- değerlendirmek lazımdır.
Biz bunların hepsini biliyor ve çoğu olumsuz şeyleri Türk Milletinin dününe, bu gününe ve yarınına zarar vereceği endişeyiyle açıkça dillendirmiyoruz.
Susmak bilmemek değildir. Tıpkı sabretmenin kötülüklere karşı dayanmak demek olmadığı gibi.
Bizim için gerekmedikçe konuşmamak, yani susumak, edepten, sabretmek de kötü şeylere karşı ön tebdir almanın zorluklarını peşinen yüklenerek zillete düşmeyi önlemek demektir.
Sözlerimi, sadece kişiye özel bir ifade olarak, İslam Peygamberinin:
"Cahiller arasında kalmış âlime acıyın" sözleriyle bitiriyorum.
TTK.
-
Yazının bu bölümünü; ele güne rezil olmama ve ite çakala malzeme vermeme düşüncesiyle buraya taşıdım.
Aslında bu tür çıkıntılıklara, alel umum, haddini bildirmek şart, lakin gel gör ki "elin arı, düşmanın da körü" var....
Durup dururken anırmayı bekleyen eşeklere "karpuz kabuğu göstererek anırmalarını depreştirmenin" alemi yok.
Biz hep bu duyarlılıkla hareket etmekte ve "kanımızı içimize akıtıp", "kan yuttukça" da "kızılcık şerbeti içtik" demekteyiz. Lakin gel gör ki meselelere yaklaşımları itibariyle "itin ölmesiyle, kurdun ölmesini farklı görmeyenler" bizim bu duyarlılığımızı anlamıyor, anlamazdan geliyor.
Bir kez daha ya sabır deyip, erteliyoruz bakalım...
TTK.
-
Kol kırılır yen içinde doğrudur. Zaten oldum olası cono kılıklı bazı sözde Türkçülerin çingene kavgalarından iğrenmişimdir zaten bugünlerde haksız yere bu soysuzların hedefi olduğumda malumunuzdur. İçinde bulunduğum türlü sıkıntıların üzerine bir de otağımız dediğimiz bu yerde Gazi Başbuğ'un yerine başkalarını koyan biri gibi gösterilmem ayrı bir sıkıntı konusudur. O yazıda vurgulanan bir durum meclisi etniklerle kaynayan bir devletin içine düştüğü durumdur Abdülhamit II'nin meclisi kapatma gerekçesini savunurken dediklerine benzer şekilde yıllar sonra Atatürk'te İngiltere parlementosuna atıfta bulunmuş sömürgelerinden tek bir kişinin bile meclisinde bulunmadığını belirterek bir anavatan parlementerizminin gerekliliğine işaret etmiştir. Yine yabancı tavsiyeleri ile yaptığı ıslahatlar yüzünden Atatürk'ün eleştirdiği Mahmut II doğum günü bahanesiyle günümüz meclisi tarafından O'na inat anılmıştır. Benim vurgulamak istediğim şey başka sizin anlattığınız şeyler bambaşka. Ben yöneticilik istemediğimi en başta belirtmiştim siz önce turania'da ki yöneticilik günlerinizi ve size gösterdiğimiz saygıyı sevgiyi göz önüne getirin bir de burada beni düşürdüğünüz durumu. Eğer sizin için makbul olan hem isteğim dışında yönetici olarak bırakılıp hem de bu şekilde hırpalanmaksa ve eğer bunun sizlere bir katkısı varsa buyrun devam edin helal olsun, bundan böyle sizinle karşılıklı konuşma dışında bu şekilde yazıyla ifade edilen hiç bir ortamda bir arada bulunmak istemiyorum. Tanrı'ya emanet olun. Esen kalın.
-
Murat Beğ,
Ne kadar doluymuşsunuz, bana karşı. İnanın şaşkınlık içerisindeyim.
Size aylardır işkence etmişiz meğer. Ne diyelim bilmeden kusur etmişiz, affola.
Size bu gün telefonda da söyledim, yazdıklarınızı tekzip etmek kastıyla bir şey yazmadım diye. Farzedelim ki tekzip kastım olmadan sizi tekzip etmiş olayım. Bunu uyarmak size mi düşerdi yoksa konuyla hiç alakası olmayan ve teşkilatın içinde yer almayan ve hatta iyi niyetinden emin olmadığım başka birisine mi düşerdi?
Hem sonra bu olay olalı epey bir zaman olmuş( neredeyse bir ay) ve siz ancak bu gün, bir başka şahsın yaptığı sortiden sonra bunu gündeme taşıyorsunuz. Bu durum karşısında benim ne düşünmem gerektiğini siz kendinizi benim yerime koyarak belirleyin.
Bu geçen bir aylık süre zarfında defalarca telefonda konuştuk ve siz bu konuyla ilgili rahatsızlık belirten tek bir kelime etmediniz ve hatta imanız bile olmadı.
Siz benim yazdıklarımı böyle değerlendiriyorsunuz ama ben sizin yazdığınız konuya katkı olsun, yazdıklarınız daha uzun süre ana sayfada kalarak daha çok insan okusunda neyin ne olduğunu bilsin, öğrensin diye, bir bakımada güncelleyerek gündemde tutmak amacıyla, bir takım iletiler ekledim.
Ne büyük kusur işlemişim!
Affola!
Şu geldiğimiz nokta itibariyle Karaton kullanıcı adını alan şahıs sizi tahrik etmiş ve siz de böyle bir tahrike hazır bekliyormuşsunuz gibi bir sonuç çıktı.
En azından süreç ve son gelişmeler ister istemez insana böyle düşündürüyor.
Turania'da sizin tarafınızdan hiç bir olumsuzluğa maruz kalmadım. Hakkınızı teslim ve nezaketinizi de takdir ederim. Ama aynı şeyi bu gün bu tatsızlığa sebebiyet veren ya da diğer bir ifadeyle "fitne çıkmasına neden olan" kişi için söyleyemem.
Arkadaşımızın birleşme ve teşkilat kurma sürecinde Turania'nın yönetici otağında yazdıklarını cevaplamasamda, herhalde, okumuştum.
Ne diyelim olanla ölene yapılacak bir şey olmazmış.
Verdiğiniz her kararı saygıyla karşılayacağımı ve sizi; samimiyetinden hiç bir zaman şüphe duymadığım bir Türkçü ve daha da ötesi dost olarak gördüğümü, görmeye devam edeceğimi bilmenizi ister, Yüce Tanrı'dan size ve ailenize, sağlık ve esenlik içerisinde, mutlu ve huzurlu bir yaşam dilerim.
Esen kalın...
TTK.
-
Anlayamadığım husus; Aylardır ortalarda olmayan ve bu forumda türlü kargaşa çıkarmaya yönelik tavır ve hareketlerde bulunan, ve dahilinde sabır sınırlarını zorlayarak nihayetinde aramızdan uzaklaştırılan bir Karaton'un, sırf sürtüşme amaçlı girip tırtıkladığı bir konu üzerine başlık açıp yaygaraya mahal vermesine nasıl kanarsınız Ağabeylerim?...
Madem ki; Doğru, kim(ler) tarafından seslendirilirse seslendirilsin, doğrudur;
Murat Ağabey gereksiz alınganlık yaparak İbrahim Ağabey'in art niyetli olmayan düşüncelerini üzerine bir sersemin yüzünden almışsın... En basitinden İbrahim Ağabey'e çok saygı duyduğum ve sevdiğim halde bir kaç konuda ben de bu forumda muhalif olmuşumdur... Kendisi katiyyen şahsileştirmemiş en küçük bir tavır dahi almamıştır bana karşı... Biz eğer bir Teşkilat isek kimi hususları aramızda analiz ederek çözümlemeyi bilecek erdeme sahip olmalıyız... Aksi halde biz henüz Teşkilat olamamışız demektir...
Geçenlerde ben de itin birisi için bir konu açtım ve sizlerinde konu hakkında düşüncelerinizi alma yoluna gittim... Açtığım konu istek üzerine kaldırıldı ve son derece sinirlendim... Sinirlenmem demek köprüleri yakmak demek olmayacağından yahut bu Teşkilatın omurgasına zarar vereceğini düşünerek gıkı mı dahi çıkarmadım...
Üzgünüm ve çok fena moralim bozuldu biliniz!
-
Naz güzelde olur,erk yiğitte.Kimsenin beğenmesi,gönül telini titretici neşriyat yapma derdinde değiliz.Kaldıki,varlığı,kurt sürüsünde baki iken,yokluğu hissedilmediği için,gazını çıkarma derdinde göbeğini sıvalayan kişileri ciddiye alıp,dikkate değer bulmayacağımızı işin en başında belirtmiştik.Ancak gelinen nokta o dur ki,gerçek olmanın,göz önünde bulunmanın ve hedef olmanın ağırlığının altında ezilen kandaşlarımız varmış.
Gelelim karaton a ve rahasızlanarak hayıflandığı yazılara...Ben Türkçüyüm diyen birinin tek bir kelimesinden bile rahatsızlık duymayacağı bu ifadelerin neresi neresine batmış anlayabilmiş değilim.Ama maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca,kaş altındaki gözüde çıkarmak kaçınılmazmış.İnsan kendisinin bir hiç gibi hissettiği için ustura kemal hesabı nara atabiliyormuş.Bunuda sanal alemde kırıp dökerek,hakan lık kurarak tatmin argümanı olarak benimsiyormuş.Karaton u Gökbörüye davet edenlerden biriyim.Kendisi facebook dediğimiz boş vakit törpüsünde kahramanlık Türküleri söylemeyi tercih ettiğini şahsıma bizzat bildirmiştir.Görüyorumki,davet etmekle kalmayıp,yalvarmamızda gerekliyimiş.Kendini fazla yalnız hissetmiş olacakki,hatrının hukukunun bulunduğu kişilerin olduğu bu otağa pervasızca ve maksadını aşan bir şekilde çomak sokmaya kalkmış.Murat ağabeyinde karatonun forumunda yazmaya başlaması oldukça ilginç.Ne diyeyim,kişi ,bilmiyorsa ne istediğini,hem sizi ziyan eder hem kendini.
-
Senin bahsettiğin Karaton bu değil Kadir...
-
Burada dikkat edilmesi gereken husus, dernek kurulma aşamasında bu iş'e sekte vurmaya çalışan kişiye dikkat.
Şu anda Dernek Genel Merkez'inin kapısının önünde köpek olamayacak bir şahsın bizi eleştirmeye kalkmasıdır.
Ayrıca teşkilat içinde hiç kimse Teşkilatı'nın Başkanı'nı eleştiren 3. şahısları savunamaz.
Bu kişiyi savunanların da gözümde onlardan bir farkı yoktur.
Ayrıca Teşkilat içinde veya Dışında hiç kimse, Teşkilat Başkanı'na saygısızlık veya buna benzer davranışlarda bulunamaz.
Bu zihniyetteki kişilere gerekli şekilde cevap verilecektir.
GökBörü Derneğin'de bundan böyle hiçbir şekilde kimseye eyvallah edilmeyecektir.
Eyvallah ettiğimiz, bazı sebeplerden dolayı hürmet ettiğimiz, zamanla düzelir dediğimiz ama hiçbir düzelmenin aksine bu tavırlarını ısrarla ve arttırarak sürdürenler unutmasınlar ki hiç kimse değişilmez değildir.
Ayrıca hiçkimse Türkçülük davasından büyük değildir.
Madem bizi eleştirmeye kendilerin de hâk bulanlar, şimdiye kadar neden bir adım atmadılar. İlla bizim bir adım atmamızı mı bekliyorlardı.
Benim bu saatten sonra anladığım şudur ki bazı kişilere resmileşmek, Türkçülük davasını et'e kemiğe bürümek, sorumluluk almak, bir kaç beden değil bayağı bir büyük gelmiş olduğudur.
Belki de bu arkadaşlar monitör arkasında klavye kahramanlığı yapmak daha kolay, sorunsuz, herhangi bir sorumluluk almadan yürütmek daha kolay geliyor anlaşılan bu kişilere hayatta başarılar diler.
Sanal dünya'da Türkçülük yaparak, Sanal'da Turan'ı kurmaların da başarılar dilerim.
-
Senin bahsettiğin Karaton bu değil Kadir...
hakan karaton değilmi?
-
Teşkilatımızın Başkanı'na saygısızlık eden kişiye ve bu kişiyi savunan kim varsa uğurlar olsun !
Açık açık yazıyorum. Bütün Türkçü hatta Milliyetçi Camia da; hiç bir şahıs ya da kurum benim nazarımda Gökbörü'den büyük değildir. Bizimle çalışacak Türkçülük Davası'na gönül veren kişilerde bunu böyle bellesinler !
Biz istedik ki hep birlikte olalım, omuz omuza verip bu davayı beraberce yükseltelim. Birileri yükseltmek için gece gündüz sevdiği herşeyden feragatta bulunup fedakarlık ederken; diğerleri ısrarla kendilerini naz niyaz makamına çektiler. Milletler ve Davalar, fedakar fertlerin omuzlarında yükselir. Nazla niyazla, çocukça şımarıklıklarla bir yere varılamaz.
Atalarımız boşuna dememiş: "Fazla naz aşık usandırır" diye !
İyi niyet ve hoşgörünün de bir sınırı vardır. Fazlası gaflet ve delalettir.
Bir tane sanal şahsın peşine takılıp koskoca teşkilatı ve derneği hiçe sayanlara; son olarak uğurlu, kademli olsun diyorum ve de Sanal Türkçü-Turancı Hayal Alemi'nde başarılı olmalarını temenni ediyorum.
-
Değerli dava arkadaşlarım,güncel bir konunun otağda daha önce açılmış alakalı bir konunun devamı olarak kullanılması, konunun daha iyi kavranması açısından (forum ortamında) uygun ve gerekli olduğu kanaatindeyim.
Geçmişte yaşananlar hakkında direkt alakalı ve müdahil olmamama rağmen konu ile ilgili saplama yapma ihtiyacı duydum.
Burada gördüğüm konu hakkında aydınlatıcı,eksik giderici müdahale değil, kişisel sıkıntılarını (daha doğrusu dost olanın ömür boyu gömülü bırakacağı sıkıntıların) içeride muhafaza etme yeteneğinden yoksun bir karakter tarafından bir yumruk olmaya çalışan teşkilatın üzerine kusmak olduğudur.
Karaton kandaşım bilgi birikiminiz tarafımdan her zaman takdir edilmiştir ve sizi eleştirme yada eksik görme hususunda şimdilik bir ehliyetim olmadığını, ancak tarafımdan yola çıkmış olduğum dava arkadaşı ve yoldaşım olan kişilere yapılan saygısızlığı bir bütünün parçası olmam nedeni ile üzerime alınmam kadar doğal bir neden yoktur. (bilginize)
Değerli büyüğüm Murat Beğ, karşılaştığım bu durum için şahsım adına utanç ve şaşkınlığımı izah edemem.Ben bu yola kişi,kuruluş yada bir fikri kendime idol yapmak için çıkmadım.
Sayın Başkanım,biz bu teşkilatı Türkçü düşünceyi sanalda debelenmekten kurtarıp icracı,mücadeleci gerçek yaşama geçirme ülküsü ile kurduk.(DOĞRUSU BEN HARİÇ SİZLER KURDUNUZ,BEN SONRADAN MONTELENDİM. Bu gerçeği kesinlikle inkar edemem ama kendimi bu oluşumun hayali esnasından beri içerisinde hissettiğimi tüm kalbimle söyleyebilirim.)
Kimsenin cep/mide bağı bu davanın hiç bir evresinde yer alamayacağı gibi,hayatta kalmayı engelleyecek arızalı/sakat uzvunda yer almasına gerek yoktur.
Bu ve benzeri durumlarda genel merkez tarafından alınacak kararlarda muhalif olmayacağımı açıkça belirtirim. Gök girsin kızıl çıksın. Saygılarımla.
Tanrı Türk'ü Korusun.
:turan:
-
İyi bir --- SAPLAMA ---yapmışsın ağabey:)
-
Sayın Başkanım,biz bu teşkilatı Türkçü düşünceyi sanalda debelenmekten kurtarıp icracı,mücadeleci gerçek yaşama geçirme ülküsü ile kurduk.(DOĞRUSU BEN HARİÇ SİZLER KURDUNUZ,BEN SONRADAN MONTELENDİM. Bu gerçeği kesinlikle inkar edemem ama kendimi bu oluşumun hayali esnasından beri içerisinde hissettiğimi tüm kalbimle söyleyebilirim.)
Ayhan Beğ,
Dernek kurucu üyesi olup olmamanız hiç önemli değildir.
Siz şahsen benim gözümde bazı kurucu üyelerden daha değerlisinizdir.
Kendimi ve Başkanımızı nasıl görüyorsam sizi de öyle görmekteyim.
Sizin yaptığınız ve göstermiş olduğunuz ilgi, alaka ve hizmetleri bir çok kurucu arkadaşımız yapmamıştır veya yapmak istememiştir.
Tabii bunları yaptık, yalnız daha önümüzde çok uzun bir yol var daha nice hizmetler, fedakarlıklar gerekecektir.
"Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz" biz kişilerin ettikleri laflara değil yaptıklarına ve yapmak istedikleri icraatlara bakarız.
Tüzük defteri'ne imza atmakla kürşad veya hakan olunmuyor.
Kürşad'lık er maydanın, gerçek hayatta oluyor.
-
Ulan biz yıllarca yerlere süründük,toplantılarımızı kahvehane köşelerine,barlara,kafelere yaptık.Yıllar sonra bir çatı kurup,tüm Türkçüler faydalansın,tek yürek, tek bilek olsun diye işimizle,tırnağımızla birşeyler yapmaya çalıştıkça,götü zora gelemeyen adamlar,ellerinen götlerinden birşey gelmeyişinin verdiği ezikliği kaşarlığa dönüştürüyor.Sonuçta götüne kına yak karaton.Rahatladınmı?Masaj yağıda istermisin?İstersen vics verelim nefesini açar.Soktun nifak tohumunu.Hep derim;
BÜTÜN KAŞARLAR ERİYECEKSE,KÜRESEL ISINMAYA EVET!
(Beni seven bu konudaki Bu üslubumu bağışlasın)Sevmeyende ölsün bu saatten sonra.
-
BÜTÜN KAŞARLAR ERİYECEKSE,KÜRESEL ISINMAYA EVET!
Alıntı yaptığım bu cümleyi daha önceden GENETİĞİ BOZUK KAŞAR'LAR (https://www.hunturk.net/forum/index.php?topic=4802.msg32698#msg32698) konusuna eklediğin iletide de yer vermiştin de orada okuyunca hafiften bir gülümsemiştim.
Ama bu defa inanın gülmekten katıldım.
Filozofik sözler listesine girmeyi; içinde barındırdığı ironi ve filozofiyle, gerçek bir yürek yangısının feryada dönüşmüş şekli, ancak bu kadar çarpıcı olarak anlamını bularak, hak edebilirdi.
Kadir kardeşim gerektiğinde başka yerlerde de bu sözünü kullanacağım. Tabii seni kaynak göstererek.
Yüreğiniz sağolsun...
TTK.
-
İsmail Beğ,teşekkür ederim.
Ancak benim kavrayamadığım olay; kendisine Türkçü diyenlerin Atsız Beğ'in atlıyı atından indiren dik duruşunu ve kalemi kılıç gibi kullanmasının, Türkiye de Türkçülüğün zamanında bilgisayar,internet olmadığından sanki yetersiz yapıldığı varsayım ile bu eksikliği tamamlayabilecek kişi olduklarını sanmalarıdır.
Işığı doğru açıdan kullanamaz isek yüce yaratıcının bize bahşetmiş olduğu gözümüzü bozuk para gibi harcamamız kaçınılmazdır.Bizlere ışık olanların fikirlerini her daim canlı tutup sürekli geliştirmek,ruhlarını şad tutmak,kemiklerini sızlatmamak için ayrıştırıcı değil bütünleştirici (bu kapsamda; tekdir ve kötek bağlantısı kurmakta sakınca yok) olmak zorundayız.
Kadir anda otağımızda her kim olursa olsun kişi tenkidinde hakaret değil,kelimelerin dansını kullanma usul ve yöntemini kullanmak daha uygun düşüncesindeyim. >:D
Tanrı Türk'ü Korusun.
-
Bu işlerin güçlüğü zorluğu bir tarafa, yaşattığı stres bir tarafa...
Öyle ya da böyle vaktinde elime alıp hırpalamadığım hatta turania'dan sepetlenmesi için üzerime düşeni yapmadığım bir p... kurusunun yediği herze ile istemediğimiz bu duruma şahit olduk... Artık yapılması gereken; Neden? sualleri değil de, bundan sonrası için bizim yapacaklarımız olmalıdır...
İsmail Bey'i 'Anda sen bu Teşkilatla devam ediyor musun' sualinden ötürü bir hafta banlayacağım :)
-
Abdülhamid'e Göksultan demek ne kadar doğrudur?
Çok doğrudur demek bile yetersizdir. % 100 doğrudur.
Göksultan Abdulhamit Han'ın değeri yaşadığımız şu zaman diliminde yaşayarak gördüklerimizle daha iyi anlaşılmaktadır.
Göksultan Abdulhamit Han'ın ruhu şad, durağı uçmak olsun!
Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla...
Çağrıbey.
-
Bir siyasal İslâmcının, Hüseyin Çelik'in, kaleminden, 2. Abdülhamid portresi ve itirafı.
Hızlı bir İslâmcı olarak doktora tezimi 2. Abdülhamid üzerine yapmaya karar verdim.
Kahramanlıklarını araştırıp herkese anlatmak için kitap yazacaktım.
Ama araştırdıkca, şoktan şoka girip, hayal kırıklığına uğradım.
Osmanlı belgelerinde, Necip Fâzıl ve Kadir Mısıroğlu'nun anlattığı gibi bir Abdülhamid yoktu.
Ne vardı peki?
Avrupai hayat tarzına meraklı ama, Avrupadan korkan bir adam.
Etrafında ki tüm adamları ve vezirleri; Ermeni, Rum veya Yahudi.
Yabancı devletler tehdit edince, toprak verip sulh sağlayan, bir padişah çıktı karşıma.
Ali Suavi'nin Çırağan Sarayı baskınından sonra;
- Bunlar beni ve ailemi Topkapı'nın zindanlarında öldürecekler.
Korkusu ile İngiliz elçisini çağırıp;
- Kraliçe beni korur mu?
Diye soruyor.
2 gün sonra elçi gelip;
-Kraliçe seni ve aileni koruyacağını söylüyor. Ama, bir şartı var. Ruslara karşı Malta'da ve Girit'de bulunan askerlerimiz savaşırken sevkiyat zorluğu çekiyor. Kıbrıs'ı vermenizi istiyor.
Diyor.
Dört gün sonra Kıbrıs'ı İngilizlere veriyor.
Kaynak : Hüseyin Çelik, AKP Van eski Milletvekili ve Bakan
TV dizileriyle parlatılan kahraman(!) ancak bu kadar olur.
Bizim kahramanımız, Boğaza demir atmış, işgal donanmasına bakarak; GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER!
diyen, ve bilcümle işgalciye karşı, dünya tarihinde bir eşi ve benzeri daha görülmemiş Milli Kurtuluş Savaşını vererek, Türk Yurdunu düşmandan arındırıp, şanlı Cumhuriyetimizi kurarak, Türk insanını padişahın kulluğundan; onurlu vatandaş ve birey mertebesine yükselterek, kadını baştacı eden; Türklüğün; tunç yürekli, bükülmez bilekli, çelik iradeli, Bozkurt oğlu, Gâzi Başbuğ Atatürk’tür.
Ne mutlu Türk’üm Diyene!
Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
-
Hüseyin Çelik, bu ülkenin ve Türk Milleti'nin nazarındaki yeri belli olan bir kişidir.
2.Abdulmait'i anlamak yada anlatmak, bu hadsiz ve çirkef kişiye de düşmemeli. Bu konuda size katılmadığımı, gerekçe olarak da atası dedesi Osmanlı yada Türk olmayan birinin, bu kindar cümlelerini asla ve kat'a samimi bulmuyorum, bulduğunuza da kanaat etmiyorum. Bu yüzden önce Hüseyin Çelik kimdir, buna bakmamız daha sonrasında da 'düşmanımın düşmanı, benim dostumdur' yolunu seçmekten, imtina etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
-
BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR! diyen Gâzi Başbuğ Atatürk'ten, YEREL HALKI İKNA EDECEĞİZ! (yerel halk Turk Milleti oluyor) [diyen, yeni Osmanlıcı ve siyasal İslâmcı Mehmet Şimşek adlı sömürge vâlilerine kaldık.
Biri, zillet mi, demişti?
Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
-
Hüseyin Çelik, bu ülkenin ve Türk Milleti'nin nazarındaki yeri belli olan bir kişidir.
2.Abdulmait'i anlamak yada anlatmak, bu hadsiz ve çirkef kişiye de düşmemeli. Bu konuda size katılmadığımı, gerekçe olarak da atası dedesi Osmanlı yada Türk olmayan birinin, bu kindar cümlelerini asla ve kat'a samimi bulmuyorum, bulduğunuza da kanaat etmiyorum. Bu yüzden önce Hüseyin Çelik kimdir, buna bakmamız daha sonrasında da 'düşmanımın düşmanı, benim dostumdur' yolunu seçmekten, imtina etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bunun yanıtı, elbetteki, var!
Ama yanıtlarsam, seni incitirim. Seni incitmek istemem.
Kala kala, zaten, bir avuç, insan kaldık.
Sağlık ve esenlik dileklerimle...
Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
-
Hüseyin Çelik, bu ülkenin ve Türk Milleti'nin nazarındaki yeri belli olan bir kişidir.
2.Abdulmait'i anlamak yada anlatmak, bu hadsiz ve çirkef kişiye de düşmemeli. Bu konuda size katılmadığımı, gerekçe olarak da atası dedesi Osmanlı yada Türk olmayan birinin, bu kindar cümlelerini asla ve kat'a samimi bulmuyorum, bulduğunuza da kanaat etmiyorum. Bu yüzden önce Hüseyin Çelik kimdir, buna bakmamız daha sonrasında da 'düşmanımın düşmanı, benim dostumdur' yolunu seçmekten, imtina etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bunun yanıtı, elbetteki, var!
Ama yanıtlarsam, seni incitirim. Seni incitmek istemem.
Kala kala, zaten, bir avuç, insan kaldık.
Sağlık ve esenlik dileklerimle...
Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
Ağabey; şahsi bir mesele olmadığı için incinecek bir durum olacağını sanmıyorum. Buyurun yazın ki bizler de eksik taraflarımızı tamamlamış olalım.
Yalnız; Hüseyin Çelik denen kişi, bu konunun en üst düzey bilirkişisi gibi kaynak gösterilmemeli.