ARAP İHANETİ ve İSRAİL'İN KURULUŞUBir atasözümüzde "
Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış" denilmektedir.
Yahudi zalim!
Yahudi gaddar!
Yahudi kıyıcı!
Yahudi kan içici!
Yahudi insanlık düşmanı!
vs. vs..
Ya Filistinli?
Filistinliler çok mu düzgün insanlar?
Çok mu iyi Müslümanlar?
İslam literatüründe "
Zalim Seyfullahdır" (Allah'ın terbiye edici kılıcı) diye bir tabir vardır.
Burada seyfullah Yahudiler, terbiye edilenler de Filistinlilerdir.
Peki, Filistinliler neden Yahudilerin zulmüyle terbiye ediliyorlar?
Bir de buna bakmak lazım.
Filistin sorununu iyice anlayabilmek için tarihte kısa bir yolculuk yapmamız gerekir.
Bilindiği gibi Yahudilerin "
arz-ı mevdud" (vaat edilmiş topraklar) adı verilen Siyon dağı merkezli Büyük İsrail İmparatorluğu kurma ve Yahudiler dışındaki bütün milletleri bu imparatorluğun hizmetkârı ve kölesi yapma idealleri vardır.
Bu Yahudi idealinin kaynağı Zebur ve Tevrat'tır.
Yahudiler bu amaçlarından asla vazgeçmemişler, dünyanın dört bir tarafında, yüzyıllarca süren vatansız ve sürgün dönemlerinde de, bu ideallerini unutmayarak, bir gün mutlaka bu ideali gerçekleştirecekleri inancıyla, hep o güne hazırlık yapmışlardır.
Ve nihayet, 1946 yılında, İsrail devletini kurarak bu rüyalarını gerçekleştirmişlerdir.
İsrail devletinin kuruluş çalışmaları ta ki 19. yüzyılın son çeyreğinde fiilen başlatılmıştır.
19. yüzyılda Filistin Osmanlı sınırları dâhilindedir.
Kudüs'te bulunan Mescid'ül Aksa hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar ve hem de Müslümanlarca kutsal sayılan bir mabettir.
Bu nedenle tarihin her döneminde Kudüs ve çevresin de savaş ve kargaşa eksik olmamıştır.
Ünlü haçlı seferlerinin nihai hedefi de Kudüs'tür.
Haçlı Batının Türklüğe olan derin hınç ve düşmanlığının altında, haçlı ordularının karşısına hep Türklerin çıkması yatmaktadır.
Haçlı batı sayısız seferler düzenlemiş ve bu seferlerin tamamı Türk kalesine toslayarak sonuçsuz kalmıştır.
Ta ki, 1. Dünya savaşına kadar…
1. Dünya savaşı öncesi İngilizler Araplar arasında çok ciddi çalışmalar yapmışlar ve Arapları Türklere karşı kışkırtmışlardır.
İngiliz kışkırtmasıyla Araplar Türk askeri birliklerine karşı pusular kurmuş, gece baskınları yaparak binlerce Türk askerini katletmişlerdir.
İşin daha da vahşisi, İngilizlerin yaydığı "
Osmanlı askerleri çok zengindir. Altınlarını yutarak karınlarında gizliyorlar" dedikodusu nedeniyle Türk askerler pusuya düşürüldüklerinde karınları deşilerek altın aranmış, karnını bile doyurmaktan mahrum Türk askerinin, karınlarından altın çıkmayınca da, karınları deşilmiş halde bırakılarak, çölde günlerce acı çekerek ölüme terk etmişlerdir.
İngilizlerin Türklere karşı kullanmak üzere anlaştığı kişi Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'dir.
İngilizler, Şerif Hüseyin'e Arapların bütününü içine alacak şekilde kurulacak olan Arap devletinin krallığını vaat etmişlerdir.
İngilizlerin bu vaadine kanan ve sonunda hayal kırıklığına uğrayan Şerif Hüseyin, isminin başındaki sıfattan da anlaşılacağı gibi, İslam Peygamberinin soyundan gelmektedir.
İslam kaynaklarına göre Peygamberin torunlarından Hasan'ın soyundan gelenler şerif, Hüseyin'in soyundan gelenler de seyit olarak kabul edilmekte ve seyit ve şeriflere Müslümanlar derinden saygı göstermektedir.
Bu saygı Osmanlıda öylesine derin ve köklüdür ki nüfus idaresi bünyesinde "
nakib'ül eşraf" adıyla ayrı bir birim oluşturularak Osmanlı coğrafyasında bulunan seyit ve şeriflerin doğum, evlilik, ölüm gibi işlemleri bu kurum tarafından takip edilerek kayıt altına alınmıştır.
Osmanlı, bununla da kalınmayıp her yıl değerli kumaşlar, ipekler, altın gümüş ve diğer mücevherattan oluşan hediyeleri "
Sürre Alayları" denilen yüzlerce develik bir kervanla Mekke Şeriflerine göndermiştir.
İşte bu Mekke Şeriflerinden bir tanesi de Şerif Hüseyin'dir.
Tarih 17 Aralık 1917.
Artık Kudüs, Arapların ihanetiyle, Türklerin elinden çıkmıştır.
İngiliz Orduları Doğu Cephesi Komutanı General E.H.H (Edmund Henry Hynmen) Allenby bir tören kıtası eşliğinde, yanında Şerif Hüseyin'le beraber, Kudüs'e girmektedir.
Araplarda tarifsiz bir sevinç vardır.
Sivil halk İngilizleri:
"
Hoş geldiniz kurtarıcılarımız(!)
Bizi Türklerin elinden kurtardığınız için size minnettarız"
Diye bağırarak karşılamış, yollarına çiçekler sermişlerdir.
İngiliz General Allenby Kudüs'e girdiğinde söylediği ilk söz:
"
Nihayet haçlı seferleri zafere ulaşmıştır!"
Olmuştur.
İngiliz General Allenby, Selahattin Eyyübi ve diğer Türk komutanlarının mezarlarına gider.
Selahattin Eyyübi'nin mezarına tükürüp, tekmeleyerek:
"
Sen ve senin dininden olan Türkler bizi asırlar boyunca Kutsal şehir Kudüs'e sokmadınız.
Artık Kudüs haçlı ordularının elindedir. Şimdi ben istesem senin mezarını bile buradan söküp atarım"
Diye bağırır.
Bu esnada Şerif Hüseyin, İngiliz General Allenby'nin yanındadır ve O'nu bu sözlerinden dolayı alkışlamaktadır.
Şerif Hüseyin, İngilizlerin elinde öylesine oyuncak olmuştur ki bir kere battığı ihanet batağından bir daha çıkamamış, İngilizlerin isteğiyle yaşlı, kadın binlerce Türk hacısını Kâbe'nin içinde tutuklayıp, hapsederek Türklere karşı giriştiği ihanetler zincirine son halkayı da eklemiştir.
Oysaki İslam inancına göre Kâbe'nin bulunduğu yer "
Mescid'ül Haram", Haccın yapıldığı aylarda (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb). "
Eşhuru'l-Hurum" (Savaş yapılması haram aylar) olarak kabul edilmiş olmasına rağmen Şerif Hüseyin bu İslami inanışı da, İngiliz vaatlerine kanarak, ihtiras ve makam uğruna, çiğnemekten sakınmamıştır.
Türklere bunca ihaneti ve haçlı İngiliz'e onca hizmetine rağmen Şerif Hüseyin, sonunda İngilizlerin ihanetine uğrayıp 1930 yılında, sürgüne gönderildiği Kıbrıs'ta, kızıl tamuyu boylamıştır.
İşte tarihi belgeleriyle, yüzyıllarca İslam'a hizmet etmiş olan Türkleri, İngiliz Lavrens'le bir olup sırtından hançerleyen Filistinlilerin ve diğer Arapların ihanetini kısaca anlatmaya çalıştık.
Adına Arap ihaneti denen bu süreçte; Filistin'de, Hicaz'da, Yemen'de, Suriye'de, Irak'ta ve bilcümle Arap coğrafyasında oluk oluk Türk kanı akıtılmıştır.
Hiçbir hain, hizmet ettiği patronu tarafından, taltif edilmez.
Hainin hizmet ettiği efendisi bilir ki hain, bir gün, kendisine de ihanet eder.
Çünkü bu, onun doğasında vardır.
Bu tarihi ve sosyolojik bir kanundur.
Nitekim Türklerin din kardeşliğini reddedip, haçlı İngiliz'le işbirliği yapan Araplar, sonunda umduklarının hiç birisine erişememişler, 1. Dünya savaşı sonrasında, bırakın büyük Arap krallığını,
cetvelle masa üzerinde çizilmiş onlarca kabile devletçikleri kurdurularak Arapları bir daha birleşemeyecek şekilde bölüp, birbirlerini boğazlamaya terk etmişlerdir.İşte bu Arapların portresi ve yaptıklarıdır!
Ya Türkler ne yapmıştır?
Türk Tanrının mayasına kattığı ahde vefa, vatana sadakat, inançlarında samimiyet ve daha nice güzellikleri her zemin ve durumda korumuş, vaat edilen ne olursa olsun ahde vefayı bozan taraf olmamıştır.
Buna bir kanıtta Kudüs meselesinde vardır.
1. Dünya savaşı öncesi Osmanlı coğrafyası bulgur kazanı gibi kaynamakta, haçlı batı Osmanlıyı tarihin derinliklerine gömmenin ve Türkleri Anadolu coğrafyasından sürmenin planlarını yapmaktadır.
Osmanlı tahtında 2. Abdülhamit oturmaktadır.
1800 lü yılların son çeyreğinde toplanan dünya Yahudi konseyi; Theodor Herzl başkanlığında, politik siyonizmi yapılandırarak, Siyon Dağının bulunduğu Filistin'de, İsrail devletinin kurulması kararını almıştır.
Ancak ne var ki Filistin Osmanlı toprağıdır ve bu amaç için ya Osmanlının ikna edilmesi ya da topyekûn ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Önce Osmanlının iknası denenmiş ve 1901 yılında politik siyonizmin kurucusu Theodor Herzl 2. Abdülhamit'le görüşme talebinde bulunmuştur.
Yahudilerin niyetlerini iyi bilen 2. Abdülhamit, Theodor Herzl'in görüşme talebini reddedip, istek ve dileklerini, dilekçeyle bildirmesini istemiştir.
Theodor Herzl yazdığı dilekçede "
Kudüs'te Yahudi hacıların rahatlıkla hac yapabilmeleri için izin talebiyle, Mescid-i Aksanın yanında birkaç yüz metrekarelik bir yer istemiş" buna karşılıkta "
Osmanlının bütün askeri teçhizatını ve donanmasını yenileyerek, bütün borçlarını ödemeyi" vaat etmiştir.
Osmanlının askeri teçhizatı, donanması ve bütün savunma sistemleri eski teknolojidir.
Osmanlı borç batağı içerisindedir.
Galata bankerleri Osmanlının kanını emmekte, borçlar misli misline katlanmaktadır.
Abdülhamit bu oldukça cazip gözüken teklifi hiç dikkate bile almadan reddetmiştir.
Osmanlı her geçen gün daha da batmakta, kıskaç daraldıkça daralmakta ve iç ve dış borçlar nedeniyle borç erteleme (Moratoryum: Vadesi gelmiş borçların yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklı arasındaki bir anlaşma veya doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararıyla ertelenmesi işlemi) ilan etmiş olup, hızla iflasa doğru sürüklenmektedir.
Bir yıl sonra, 1902 de, dünya Yahudi konseyi başkanı Theodor Herzl tekrardan 2. Abdülhamit'le görüşme talebinde bulunur ve bu defa görüşmeye muvaffak olur.
Theodor Herzl'in talep ve teklifi, öncekinin, aynıdır.
Abdülhamid, Theodor Herzl'i:
"
Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır!"
Cevabı ile reddetmiştir.
İkinci defa reddedilen Yahudi temsilcisi Theodor Herzl ve Yahudi konseyi taktik değişikliğine giderek 2. Abdülhamit aleyhine çok baskın ve ağır bir karalama kampanyası başlatmışlardır.
Bu kampanya öylesine etkili olmuştur ki 2. Abdülhamit artık "
kızıl sultan" olarak anılmaya başlamıştır.
2. Abdülhamit'in bu vakarlı duruşunu saygı ve takdirle karşılayan Uluğ Bilge Atsız Ata 2. Abdülhamit'i "
Gök Sultan" olarak anmaktadır.
Yahudiler bu arada, Filistin'den astronomik bedeller ödeyerek toprak satın almışlar ve bu satın alma 1946 da devlet kuracak büyüklükte toprağa ulaşmıştır.
Yani İsrail, satın alınmış topraklar üzerine kurulmuş, bir devlettir.
Vatanlarını satanlarsa; bu gün Yahudilerce öldürülen, horlanan, şamar oğlanına döndürülen Filistinlilerdir.
Nihayetinde 1908 senesi geldiğinde Yahudilerin alttan alta yaptıkları çalışmalar sonuç vermiş ve Filistin'de kurulacak İsrail devletinin önünde en büyük engel olarak görülen 2. Abdülhamit, yapılan bir darbeyle, alaşağı edilerek Osmanlı tahtından indirilmiştir.
İşin en acıklı ve düşündürücü olanı ise 2. Abdülhamit'e tahtan düşürüldüğüne dair tebligatın bir Yahudi tarafından yapılmış olmasıdır.
Hatta
Gök Sultan Abdülhamit Han bu hazin tabloyu:
"
Beni derinden yaralayan şey, tahtan düşürülüşüm değil, tahtan düşürüldüğümü bir Yahudi'nin tebliğ etmesidir"
Sözleriyle ifade etmiştir.
Yukarıda; tarihi olay ve belgeler ışığında, kısa kesitlerle, Türk'ün asaletini ve Arab'ın tıynetini ortaya koymaya çalıştım.
Biz, Türkler, yine asaletimizle, şanımızla ve şerefimizle dimdik ayakta ve hür ve bağımsız bir vatan coğrafyası üzerinde onurumuzla, Acun durdukça, var olmaya devam edeceğiz.
Bize ihanet etmekle kalmayıp, oluk oluk kanımızı akıtan Arap'lar ise; dört yüz milyon nüfuslarına ve onlarca irili ufaklı devletlerine rağmen, bir avuç Yahudi tarafından; şamar oğlanına döndürülmüş, onurları(!) kırılmış, kendi vatanlarında perişan ve zelil bir vaziyette yaşıyor(!)lar.
Yazımızın başında ne demiştik?
"
Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış!"
Filistin'de olup-bitenin özeti budur.
Ve yine yazımızın başında: "
Zalim Seyfullahdır" demiştik.
Türk'e ihanet eden ve Türk'ün sofrasına oturup nankörlük yapan her kim olursa olsun er ya da geç lâyık olduğu cezaya uğrayacaktır.
Bu ceza bazen Türk'ün bizzat kendisinden, bazen hiç beklemediği bir şekilde Tanrı'dan ve çoğu zamanda, "
Tanrının çomağı" babından bir başka zalimden, seyfullahtan, gelir.
Türk Oğlu, Türk Kızı Bunları Unutma, Unutturma! Dostunu ve Düşmanını İyi Belle!
Börü Kam