Sultan Alparslan ve Erlerinin ruhları şâd olsun, Malazgirt zaferinin 940. Yıldönümü kutlu olsun!
Sultan Alparslan ve Bir Anı
Zaman; 
Bed yüzleri seğirten ve kem ağızları böğürten muratların terlediği, Ad adlanmış, adaklanmış ve sadaklanmış yiğitlerin, gem azıda doludizgin gürlediği, Elleri nasırlı, dizleri hasırlı ve alınları sırlı anaların, tomur kızlarını erlediği, Dede, torun, emmi, dayı, çağa-çocuk bir ağızdan Tanrı’yı birlediği zamandır!
1071 yılının sıcak bir Ağustos gecesinde, Büyük Selçuklu Hakanı Sultan Alparslan otağında çetin bir cengin ön hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Söz ehli ve kavga fenli kumandanları, beyleri ile dönemin en güçlü ordusuna sahip olan Bizans İmparatorluğu’nun zayıf yönlerini irdeliyorlardı. 
Sultan Alparslan ve beyleri, birden dışarıdan gelen sese kulak verdiler; 
Nazlıca hey kara toprak kucak açmış nazlıca 
Can almaya can vermeye nice deli ser gelir 
Yurt bağrından Rûm eline bir ok gibi hızlıca 
Kalkan geren mızrak salan kılıç tutan er gelir 
At sırtında doludizgin “Allah Allah” der gelir 
Gök yıldırım yer velvele bir inilti derinden 
Öbek öbek kaba taşlar doğrulunca yerinden 
Delişmenler od üstünde aşın bin bir türünden 
Geyik boynu manda döşü deve budu yer gelir 
“Hamd sanadır şükür sana Sübhânellah” der gelir 
Başı duman koca dağlar duyduğunda çağrını 
Buz bulağlı vadilerin ter basınca bağrını 
Demir süslü Rûm erinin sızlayınca yağrını 
Türk ilinden dindirmeye pençe pençe şîr gelir 
“Rahim Allah Hâkim Allah Ya Bismillah” der gelir 
Çayır çimen baştanbaşa çiy börkleri çektirip 
Sık ormanlar dal budaktan tuğlarını diktirip 
Koç yiğitler boz atları şahlandırıp sektirip 
Vardığında yılgınların gözlerine fer gelir 
“Zürriyetim oğlum kızım ırkım billâh” der gelir 
Buğra beyler oluk oluk nefesleri sezince 
Rûm’a doğru ok çekip de temrenleri ezince 
Gürbüzleri kefenleyip tan vaktine dizince 
Kurt yürümüş em tutmayan yaralara pîr gelir 
“Yüz bin kılıç boynum vursa dönmem vallah” der gelir
Otağdakiler, az önce okunan şiiri sessizce dinlemişlerdi. Şiir biter bitmez oturduğu yerden ayağa kalkan Sultan Alparslan; 
- İşte! Bizans ne kadar güçlü olursa olsun, bu ruh ve kemâlat; bizleri, onların karşısında dimdik ayakta tutacaktır! İşte! Bu ruh ve kemâlat… 
Dedikten sonra sözlerini tamamlayamadı. Otağın girişinde duran nöbetçilerden biri hızla içeriye girdi. Sağ elini sol göğsüne koyup, yere diz vurdu. Başını öne doğru eğdi: 
- Hakanım! Bizans Ordusu hakkında bilgi almak için Anadolu’ya gönderdiğiniz şahbazlarımız geldiler. Önem arz eden haberleri var! 
Sultan Alparslan, nöbetçiye baktı. Nöbetçiye buyruk vereceği sırada, az önce dinledikleri şiiri okuyan ozanın sesi, yeniden otağın içlerine doğru süzüldü: 
Han duruşu yiğidim hey buğz körleten emirle 
Konar göçer Rûm sırtına nefes vurur ses vurur 
On bin yıllık pınarlardan su katılmış demirle 
Salkım saçak koşumuna perçem perçem süs vurur 
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur 
Kocamışlar Aksakallar Hâkka niyâz eyleyip 
Sehere dek divan divan gökyüzünü meyleyip 
Er tükenmez Oğuzlar’ın dirliğini söyleyip 
Şahbazlara destur verir yürek oynar his vurur 
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur 
Bozca kırdan toynaklara çalı çırpı ağınca 
Od mızraklar kırbaç oklar yağmur gibi yağınca 
Gerilerde cağ direğim yeni yetme çağınca 
Yanar durur döner durur duman duman is vurur 
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur 
Dolun bulur ay gecede ışık ışık kurdundan 
Erenlerin ermişlerin kutsadığı yurdundan 
“Tanrı yolu! ” deyip cenge gidenlerin ardından 
Sanmayasın şol tarihe kara yüzlü yas vurur 
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur 
Sultan Alparslan, dışarıdan otağa ağan sesi dikkatle dinledikten sonra nöbetçiye seslendi: 
- Daha ne durursunuz, otağa alın! 
Nöbetçi, başı öne eğik bir şekilde diz çöktüğü yerden doğruldu ve geri adımlarla otağdan dışarıya çıktı. Ardından Anadolu’dan haber getiren şahbazlar kan-ter içerisinde otağa girdiler. Sultan Alparslan’ı Türk töresince yere diz vurup, selamladılar. 
İki Türk çerisindeki endişe, otağda bulunan Sultan Alparslan dışındaki herkese aniden sirayet etti. 
Sultan Alparslan’ın kumandanları, beyleri merakla Anadolu’dan gelen haberi bekliyordu. 
Sultan Alparslan: 
- Nedir bu hâl, yiğitlerim! Az soluklanın! Getirdiğiniz önemli haber nedir? 
Haber getiren iki çerinin en kıdemlisi Salukbay söz aldı. Ciğerlerine derin bir nefes çektikten sonra konuştu: 
- Hakanım! 260 bin kişilik Bizans Ordusu bize doğru hızla yaklaşıyor! 
Salukbay’ın bu sözlerinin ardından; dışarıdaki sımsıcak Ağustos gecesine inat, Sultan Alparslan’ın otağı buz kesmişti. Zira Bizans Ordusu ile Malazgirt Ovası’nda karşılaşacak olan Büyük Selçuklu Ordusu yaklaşık 60 bin kadardı. 
Dışarıdaki ozan haykırışı, yeniden otağı bürüdü: 
Hey Salukbay sana derim iyi belle sözünü 
Azgın dinli kara kâfir saldıranda öz gerek 
Rûm yağısı heybetiyle sararttıysa yüzünü 
Zağlı kılıç yarasından gün yanığı yüz gerek 
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek 
Koç yiğit ki akın edip ırmak gibi akacak 
Koç yiğit ki volkan olup şol meydanı yakacak 
Nal çatlatıp gem azıda yıldırımlar çakacak 
Yağı üzre atılmaya yürek gerek köz gerek 
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek 
Rûm elinin barındıkça cayır cayır yandığı 
Şahididir ol toprağın alca kana kandığı 
Oğuzlar’ın destan yazıp şölenlerle andığı 
Çetin olan kavgalara sakınmayan göz gerek 
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek 
Salukbay hey sana derim usun nice dar mıdır? 
Yağı görüp benzi solup soluk almak ar mıdır? 
Issı Tanrı şol acunda bâki kalan var mıdır? 
Bir ağızdan Tanrı’ya ant Malazgirt’e söz gerek 
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek 
Ozan susunca Salukbay, haddini aştığını anladı. Hududunu yeniden belirleyeceği düşüncelere daldı.
Salukbay’ın getirdiği haberi duyan ve ardından sessizce ozanı dinleyen Sultan Alparslan, otağın içerisinde şöyle bir göz gezdirdi. 
Sonra gülümseyerek; 
- Biz de onlara, Salukbay! Biz de onlara yaklaşıyoruz! 
Uluyanda gök yeleli kurşun belli kurtlarım 
Benim rüzgâr gibi esip eşkin atlar çatlatan 
Gök tutanda bulutlaşıp konup göçen yurtlarım 
Benim yetme adımlara dolgun eşik atlatan 
Gür neslime volkan benim adım Sultan Alparslan 
Buğra beyler koç yiğitler ata baba yükünce 
Omuz verip kargı salıp yağı üzre çökünce 
Pirinç uçlu telek saçlı oklarını dökünce 
Benim çelik alınlarda parıldayan kızıl tan 
Gövdelere kalkan benim adım Sultan Alparslan 
Kılıç çekip kın sarkıtıp yeşil boğum kemerden 
Işıl ışıl pürce billur indiğinde kamerden 
Sağ tarafım Ali’dendir sol tarafım Ömer’den 
Benim görklü Muhammet’e han ırkımdan adak han 
Gürül gürül al kan benim adım Sultan Alparslan 
29 Eylül 2008 // T A R S U S
Hakan İlhan Kurt