Gönderen Konu: KÜR ŞAD VE KIRK YİĞİT  (Okunma sayısı 2571 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı OnTurk209

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 138
  • Ayak bastığmız en küçük taş parçasına kadar...
KÜR ŞAD VE KIRK YİĞİT
« : 22 Haziran 2011 »
Bir kahramanlık, kendini bekleyen tehlikelerin büyüklüğü ve çokluğu nispetinde kıymet kazanır. Kurtuluş ihtimallerinin sıfır veya sıfıra çok yakın olduğunu btlerek, millet yolunda, kutsal bir dâva uğrunda, mücadeleden yılmayanlar, insanlığın üstüne yükselirler ve âdeta ilâhlaşırîar.

Fâni bir hayatın esiri olarak günün birinde sönmeye mahkûm bulunan insanoğlu, yeryüzüne, daima ebedileşmek imkânlarıyla birlikte doğar. Maddî sevkıtabiilerden ruhunu biraz kurtababilmiş olanlar, her zaman tarihte yer almak ve gönüllerde taht kurmak ihtimallerine sahiptirler. Cemiyete hizmet ve tabiata hükmetmek ihtirasları, insanları, şahikalara doğru yükselten, en emin yollardır. Böyle çetin fakat asîl bir yolu seçmiş olan kahramanlar, yaşadıkları devirler içinde bir meşgale gibi parlar ve milletlerine ışık ve ruh verirler.

Üzerinden ne kadar çok zaman geçmiş olursa olsun, insanlığın üstüne yükselen böyle varlıklar, tazeliklerini ve hayatiyetlerini daima muhafaza ederler. Tarih sayfaları karıştırılarak, mazinin derinliğine doğru bakıldığı zaman, bunlar önümüzde âbide gibi yükselirler ve millete ışık saçarak yol gösterirler. Tarihimizden değil, uzak Türk tarihinden, büyük bir kahramanlık olayından bahsedeceğim. Bu olay geçmişin unutma örtüsü altında kalmış çok parlak, parlak olduğu kadar da çok hâzin bir harekettir ve İsa'dan sonra 600'ncü yılda meydana gelmiştir.

O sıralarda Japon denizinden, Hazar denizine kadar uzanan ve Çin'i, İran'ı, Bizans'ı titreten Gök¬ Türk İmparatorluğu, entrikalar yüzünden Doğu ve Batı olmak üzerer ikiye ayrılmıştır. Doğudaki devletle Batıdaki devletin arası, saraya ve orduya sokulmaya muvaffak olan, Çinliler vediğer yabancılar yüzünden iyice açılıyor. Doğu Göktürk devletinin başında bulunan Kara Kağan kendinden önce hakan olan ağabesini zehirleyen Çinli yengesiyle evlenmekte mahzur görmüyor ve bu katil kadının fettanlığının esiri olarak Çinlilere alet oluyor. Bu yüzden Göktürk devieti, birçok parlak muharebelere rağmen yıkılıyor ve o bölgede bulunan Türkler Çinlilere esir düşüyor. Çinliler Türkleri Çin'e hicret ettirerek şehirlere dağıtılıyorlar. Bu arada Kara Kağan'la kardeşinin iki oğlunu ve diğer Türk ileri gelenlerini Çin'in merkezi bulunan SİYANGFÜ şehrine götürerek orada ikamete memur ediyorlar.

Çok geçmeden Kara Kağan orada tutsak olarak ölüyor. Bunun üzerine Çinliler rehine olarak Kara Kağan'ın kardeş çocuklarından Tung Yabgu'yu Çin sarayına hapsediyorlar Serbest bulunan Kara Kağan'ın dieğr yeğeni KÜRŞAD ise hergün Türleri kurtarmak için çareler arıyor. Tam bu sırada diğer Türk beyleri de gizli toplantılar yaparak, Çinlilere isyan edip Çin imparatorunu öldürmeye ve böylece, yere düşen gök bayrağı yeniden yükseltmeye karar veriyorlar. Bunun için çok yiğit olan ve herkes tarafından çok sevilen Kürsad ı kendilerine Hakan seçiyorlar. Fakat bunu duyan Kürsad ihtilâle baş olmayı, saldıranların en önünde dövüşmeye! kabul etmekle be¬ raber, Hakanlığı reddediyor, "Millet için dövüşmek ve bu uğurda gerekirse ölmek bana yeter. Hakanlık sarayda hapis bulunan amcamın oğlunun hakkıdır," diyor. Birçok yalvarmalara rağmen Hakanlığı

kabul etmiyor. Böylece herkes, uzun tartışmalardan sonra Kürsad in feragat örneği olan ısrarı karşısında onun teklifinin kabul etmek zorunda kalıyor. Ertesi akşam saraydan dışarıya gezmeye çıkacak olan Çin Hükümdarını öldürmeye ve hep beraber Çin sarayını basarak Tungu Yabgu'yu kurtarıp Hakan ilân etmeye ve yeni bir Türk devleti kurmaya karar veriyorlar. Baskın gecesi sözleşilen zamanda, Çin sarayının etrafında toplandıkları vakit, aksi bir talih eseri olarak bardaktan boşanır gibi bir yağmur yağmaya başlıyor. Yağmurun altında biraz bekledikten sonra, Çin Hükümdarının bu akşam dışarı çıkmaktan vazgeçtiğini öğreniyorlar. Bunun üzerine, Çinlilerin bu teşebbüsten herhangi bir şekilde haberdar olmalı ihtimaline karşı, baskının başka bir akşama bırakılmasını doğru bulmuyorlar. Bu ihtimâli önlemek, için baskının geciktirilmeden hemen o gece yapılmasını uygun görüyorlar.

Kürsad arkadaşlarının adlannı bir, bir okuyarak hepsini yoklama ediyor. Türk milletinin en ileri gelenlerinden 40 Bey'in orada hazır olduklarını görüyor. Artık daha fazla beklemeden Çin İmparatorunun sarayına saldırıyorlar. En önde yalnız Kürsad yürüyor... Sarayı binlerce Çin askeri muhafaza etmektedir. Saldıranlar ise yalnız kırk kişi... Yıldırım gibi düşdüğü yeri yakan, kasırga gibi düştüğü yeri yıkan, kasırga gibi önüne geleni süpüren 40 kişi... Birkaç dakikada dış kapıdaki muhafızları tepelediler, sarayın bahçesine doldular ve oradan iç kapıya yüklendiler. Orayı da geçtiler... Şimdi İmparatorun dairesine doğru yürüyorlar. Fakat bu Çinli askerler ne kadar da çok... İlerden, geriden sürü, sürü saldırıyorlar. 4O kahramandan ikişer, üçer yaralanıp düşenler ver. İşte nihayet İmparatorun dairesine ulaşabildirler. Fakat odalar bomboş. Hiç kimseler yok. Acaba İmparator bu kadar çabuk nasıl da kaçabilmiş?

Ne ise uzunboylu düşünmeye meydan yok. Geri dönmek lâzım. Kürşad, ""ahırlara doğru çekileceğiz" diye buyruk veriyor ve ahırlara doğru yol alıyorlar. Fakat her adımda karşılarında yüzlerce Çinli peyda oluyor, dövüşe dövüşe yürüyorlar. Beş on Çinli yıkılıyor ve bir kahraman devriliyor. Nihayet kırklardan ancak ondördü ahırlara ulaşıyor. Kendileri yürüyüp gidinceye kadar vakit kazanmak için, üç kişi ahır kapılarında artçı olarak bırakılıyor. Diğer onbir kişi atlara binerek Vey ırmağına doğru dörtnal koşuyorlar. Fakat geriden düşmanın süvari alayları geliyor. Yorgun ve yaralı onbir kişi, ırmağın kenarına vardıkları zaman, akşamdanberi yağan yağmurlar yüzünden kabaran suların köprüleri söküp götürdüğünü görüyorlar. Sekiz saat önce, geçit veren sular, şimdi geçilmez olmuşutr. Düşman durmadan yaklaşıyor, saldıranlar sürüler halinde bin¬ lerle geliyorlar. Karşılarında yalnız onbir kişi var... Yağmur durmadan yağıyor. Arasıra çakan şimşekler gerilmiş yüzlerini, büyümüş gözlerrini aydınlatıyor. Ellerinde kılıçları, Türk'e yaraşan bir fütursuzlukla atlarının üstünde dimdik duruyorlar ve ölünceye kadar çapışmak üzere düşmanını yaklaşmasını bekliyorlar.

Artık düşman yaklaşmışür. Göğüs göğüse atılıyorlar ve çarpışmaya başlıyorlar. Onbir kahramandan herbiri birer birer devriliyor. En son da Kürşad gün doğarken 4O yarasından kanlar sızarak can veriyor ve gözleri açık olarak cesedi atının üstünde dimdik kalıyor. Bu esnada Vey ırmağının suları deli deli akıyor ve yağmur yağmaya devam ediyordu.

Bu kahramanlık menkıbesi birkaç gün içinde Çin'de bulunan bütün Türklere yayılıyor ve onlar arasında bir kurtuluş ruhu ve bir ihtilâl havası yaratıyor. Çok geçmeden de hepsi birden isyan ederek Kürşad m yolundan hürriyet istiklâle kavuşuyorlar. Türk tarihi, uzak ve yakın böyle kahramanlık olaylariyle doludur. Kahramanlık Türklüğün başlıca vasıflarından biridir. Şairlerimizden birinin dediği gibi Türk milleti için :

"Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir.
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir."
GEÇMİŞLERİN GECESİNDEN IŞIK ALIRIZ...