IŞIK

0



Korku ve şaşkınlık içinde yaşayan ilk insanın biricik dostu ışıktı. Çünkü onun sayesinde yiyeceğini bulabiliyor, onun yardımıyla düşmanlarından kurtuluyordu. Işıksızlık onun için korkunç bir şeydi. İnsan muhayyilesinin bulup yarattığı, nesilden nesile göçürerek günümüze kadar ulaştırdığı ne kadar fena, yabani, tehlikeli şey varsa hepsi karanlıktan doğmuştu.

Eski büyük dinlerin bazılarında kainat ışık ve karanlık diye iki büyük parçaya ayrılıyor, iyi ve güzel olan şey ışıktan doğuyor, iyilik yapan ve insanları yaratan Tanrı da ışık Tanrı sayılıyordu.

Ayın ve yıldızların asırlardan beri her milletin şiirinde terennüm edilmesine sebep, karanlık geceleri aydınlatmaları idi.

Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Goethe, ölürken, ?biraz ışık, biraz ışık? diye yalvarmıştır. *** Hakim, fatih ve teşkilatçı kadar şair ve sanatkar da olan Türkler; buzlu bozkırların fecirleriyle sıcak çöllerin serabını görüp bilen Türkler ışığa başka milletlerden daha az değer biçemezlerdi. Işık bu seçkin ırkın dilinde de işlendi ve maddi manasını aşarak manevi bir manaya da kuvvet verdi: ?Aydınlanmak?, ?Işıklanmak?, ?Nurlanmak? şimdi fazla olarak kalbin ve fikrin gelişmesini, büyümesini, olgunlaşmasını da anlatan kelimeler olarak Türkçede yer aldı.

Işığın Türklerdeki en güzel ve manalı hali destanlara aksetmiştir. Gökten inen ilahi bir ışık vardır ki, indiği yere, Tanrının Türk ırkına vergisi olan fevkalade bir tesir yapar, ışığın tesiriyle doğan çocuk veya onun nesli milli bir kahraman olarak Türkleri zafer ve şeref ufuklarının birinden ötekine doğru dolu dizgin koşturup tarihe şanlı sayfalar yazar. Türk destanlarındaki ?Kurt? ve Işık? Tanrının Türkleri yükseltmek için gönderdiği vasıtalardır. *** Bugün yine gökten inecek bir ışığa ihtiyacımız var. Ancak üçte biri müstakil olan 50-60 milyonluk büyük Türk milleti, tarihinin hiçbir çağında, bugünkü kadar, böyle bir ışığa muhtaç olmamıştı.

Yoksulluk ve hastalıkla, düşmanların kıyıcılığı ile, yabancıların iftirası ve sinsiliği ile, milli şuurun kaybolması ve milli kültürün o kültürü korumaya memur edilenler tarafından kasten baltalanmasıyla tehlikeler içinde kalan Türk milleti ilahi ışığa hiçbir zaman bu kadar muhtaç olmamıştı.

Bunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki, birçok kitap ve dergilerin satırları mucizeli ışığı değil, felaketi ve kızıl esareti getirmek için yazılıyor. Şimdilik şu kadarını söylüyoruz:

Bizim yeni Altın-Işığımız ancak, felaket ve esaret hazırlayan bu yazılar milli şuurun selinde boğulduğu zaman inmiş olacaktır.

(Altın-Işık, 15 Ocak 1947, Cilt 1, Sayı: 1)
20-3133

Konuyla ilgili başlıklar