MİLLİ DEĞERLER VE MİLLİ RUH
Yahya Kemal, Ziya Gökalp?la olan manzum bir şakalaşmasında: ?Kökü mâzide olan
atiyim? demişti. Bu dört kelimelik mısra, yaşamak kabiliyeti olan bütün
milletler için değişmez bir düsturdur. Maziyi unutsak, atsak, inkâr etsek bile
kökümüz, aslımız oradadır. Manevî kanımızda, yani ruhumuzda olan istidatların,
iyi ve kötü her şeyin jenleri oradan gelmektedir. Onları bilmek, kusurlu
olanları düzeltmek milletteki yaşama inancının şartı, kanunudur.
Maziyi küçük görmekten hiçbir şey çıkmaz. Onu aşağılamak yanlış bir düşüncedir.
Yeni doğmuş bebeği çirkin, akılsız, âciz diye sevmemek, onun sonra ne güzel bir
şey olacağını düşünmeden yapılan nasıl bir haksızlıksa, kusurları olan maziyi
sevmemek de öylece yanlış bir davranıştır.
Gerçi mazinin sisli ufuklarındaki şanlı ve büyük perdenin arkasında sönük ve
korkunç başka perdeler de vardır. İnsanın henüz insanla hayvan ortası bir
yaratık olduğu zaman hiç de övünülecek bir çağ değildir. Fakat ne yapalım ki bu
böyledir. Yaratıcı kudretin bize çizdiği kaderdir. Onu değiştirmek kimsenin
elinde değildir.
Övüncümüz, millet veya kavim olduğumuz zamanlardan başlar. Çünkü artık yasa
içinde, düzenle, erdemle, yardımlaşma ile, teşkilâtla, fedakârlıkla, savaşta
ölümü göze almakla yaşanan bir hayat başlamış, yaşamak güzelleşmiştir. Bu güzel
hayatın da çirkin tarafları yok mudur? Elbette vardır. Fakat bir aksak mısra
için güzel bir şiir nasıl atılamazsa, sesi çok çirkin olan bir kemancı kızın
sanatı nasıl inkâr olunamazsa, bir ameliyatta hastayı öldüren birinci sınıf bir
doktor nasıl büyük hekim olmaktan çıkmazsa bir millet de mazisindeki çirkin
taraflar yüzünden sıfıra indirilemez.
Bir insanın tek bir sözüne, bir eskrimcinin bir hamlesine, bir kumandanın bir
muharebesine bakarak da hüküm verilemez. Hüküm vermek için o insana, o sporcuya,
o kumandana topyekûn bakmak gerekir.
Atatürk?ün büyük kumandan olduğunda kimsenin şüphesi yoktur. Ama Birinci Cihan
Savaşı?nın sonunda Suriye?de yenildi.
Gazi Osman Paşa da büyük kumandandır. O da yenildi. Hem de tutsak düştü.
Bunlarla Atatürk?ün ve Gazi Osman Paşa?nın büyük kumandan olmak vasfı gider mi?
Gitmediğine en büyük senet, Moskof Çarı?nın Gazi Osman Paşa?ya kılıçla gezmek
müsaadesini vermesi, İngilizlerin de Çanakkale Savaşı hakkındaki resmî
tarihlerinin başında Atatürk?e yaptıkları ithaftır.
Mehmet Emin Yurdakul?un dediği gibi: Milliyetler mazilerden akıp gelen
sellerdir.
Mazide eşsiz bir güzellik vardır. Çünkü artık bir daha geriye gelmeyecektir.
Çünkü orada hep ölüler yaşamakta ve suçlarından sıyrılmış olarak yalnız
büyüklükleriyle bize bakmaktadır. Mazi güç kaynağı, fazilet ırmağıdır.
Milletlerin, mazilerine sımsıkı sarılmaları elbette boşuna değildir. Toprak
altından çıkan şekilsiz taş parçalarını değerlendirmek, tek duvarı kalmış bir
yapıyı ayakta tutmak için didinmek bir yaşama savaşı, köklü olmak ülküsünün
görünüşüdür.
İskoçlar o acayip eteklikleri herhalde elâlemi kendilerine güldürmek için
giymedikleri gibi İspanyollar da boğa güreşlerini vahşet olsun diye yapmıyorlar.
Millet hayatındaki vazgeçilmez unsurlardan biri de müziktir. Bazılarının dediği
gibi müzik iptidaî insanın isterisinden doğmuş olsa bile artık güzel sanatların
bir bölümü olarak hayata girmiştir. Çıkmaz; çıkarılamaz.
Biz de tâ Hunlar çağından, yani milâttan önceki yüzyıllardan beri bir saray ve
ordu mızıkası olduğu tarihî kayıtlarla bilinmektedir. Bir millî marş, bir askerî
beste, melâli anlatan bir parça yahut neşeli bir ezgi fertleri, toplulukları,
milletleri ruhlandırır, bazen kendinden geçirir. İnsanlar müzikle duygulanırlar,
sevinirler, bazen de ağlarlar.
Türk müziği, cihan devleti kurmuş bir milletin ruh olgunluğunu gösteren
ağırbaşlı bir müziktir. Tabiî, onun her parçasına güzel denemez. Batı müziğinin
her parçasına da denilemeyeceği gibi...Güzelin tarifi pek çoktur. Çünkü güzelin
tartısı ve ölçüsü yoktur. Görende, duyanda büyük estetik tesir yapan şey
güzeldir. Bu sebeple bir Türk?ün güzel bulduğu şeyle bir Batılı?nınki, bazen bir
olsa da, çok defa aynı değildir.
Bizim müziğimizin büyük üstadlarından biri ?Itrî?dir. Millî ruhu terennüm etmiş,
Türk?ün duygusunu dile getirmiştir. Itrî bir mazidir, semboldür. Türk müziğinin
devidir.
Türk Milleti günün birinde Müslümanlığı bıraksa bile nasıl Süleymaniye?yi
sevecekse, müziği de hangi yolu ve yönü alırsa alsın Itrî?yi de öyle
kutlayacaktır. Itrî bir mukallid yani bir çalgıcı değil, bir yaratıcı yani bir
bestekârdır.
Durum bu iken 27 Kasım 1971 tarihli Milliyet?te ?Devlet Sanatçısı? Bayan Suna
Kan?ın Itrî?yi de, tek sesli müzik dediğimiz Türk musikisini de yerin dibine
batıran yazısını okuyunca hayretler içinde kaldık. Usta bir kemancı olan Suna
Kan vaktiyle bir hârika çocuktu. Demek artık hârikalığı giderken sadece
çocukluğu kalmış. Tek sesi hakir görmek nedir? Sindirilmemiş bir yükselmenin
eseri... Müziğin ileri veya geri oluşunu yalnız tek ses veya çok sesle açıklama
pek çocuksu bir izah değil mi? Caz müziği de çok seslidir ama bu, onu bayağı bir
takırtı olmaktan kurtarmıyor.
Ney de tek sesli bir müzik aletidir. Ancak ney, tarihimizde sadece bir müzik
aleti olarak değil, aynı zamanda şanlı bir silâh olarak da yer almıştır. Çünkü,
tahtından indirildikten sonra bir odada tutuklu bulunan III. Selim, çoğu gayrı
Türk kölelerden meydana gelen bir kalabalığın, kendisini öldürmek üzere, odasına
saldırdıkları sırada ney çalmakta idi ve kendisini o tek sesli müzik aleti ile
savunmuştu.
Suna Kan?ın küçümsediği kavuklu adamların çaldığı tek sesli mehterle ülkeler
açıldı, teşkilât kuruldu ve İngiliz Toynbee?nin yer yüzünde kurulmuş iki buçuk
imparatorluktan biri diye vasıflandırdığı Osmanlı İmparatorluğu?nun kültürü ve
medeniyeti yüzyıllarca yaşadı (öteki imparatorluk Roma, yarım olanı da İngiliz
İmparatorluğu?dur).
Muhteşem bir tarihin müziğini küçük görmek o muhteşem maziyi de küçük görmek,
kendisini bu milletten saymamaktır. Suna Kan, 22-23 Aralıkta Devlet konser
salonunu ?müzelik eserler? işgal ederse Devlet Sanatçılığı unvanını iade
edecekmiş.
Etsin!.. Bu dünyaya bir Suna Kan gelmeseydi Türk milleti hiçbir şey kaybetmezdi.
Gitmesiyle de kaybedecek değildir. Çünkü, o nihayet usta bir çalgıcıdır ki
kendisinden daha usta olanlar da vardır.
Fakat dünyaya bir Itrî gelmeseydi Türk ırkının müzik yönü bugünkünden biraz daha
aşağıda kalacaktı. Çünkü, O, gerçek sanatkâr, yani bestekârdı.
Bir de her şeye Atatürk?ü karıştırmakla davalar çözümlenmez. Suna Kan?ın yaşı
Atatürk?ün müzik hakkında konuşmalarını ve sözlerini bilecek kadar fazla
değildir. Herhalde kendisine öğretenler var.
şunu asla unutmasın ki Atatürk tek sesli müziği sevmeseydi, sofrasında bu
müzikle şarkılar söyletmez, kendisi de söylemez, hatta Zeybek havası çaldırıp
bizzat oynamaz ve tek sesli besteler söylesin diye Safiye Ayla?yı çağırtıp
getirmezdi.
Millî değerlerin modası geçebilir, müzelik olabilirler. Fakat yine saygı
görürler. Beethoven de müzeliktir ama hakaret görmüyor, baştacı ediliyor.
Bugünkü Avrupa?nın insanlıktan çıkmış gençleri Beethoven?i dinleyip anlıyor mu?
Onlar ancak Pop müziği denen vahşi seslerle zıplıyorlar. Fakat Beethoven?in
tarihte aldığı yeri sarsamıyorlar, sarsamazlar.
Suna Kan?ın hücumlarına rağmen de Itrî tarihteki yerini almıştır, yıkılmaz.
Hafif keman yayı ile vurarak üç yüzyıllık taş anıtı devirmeye imkân yoktur. O,
millî ruhtan bir parçadır ve Türk ırkı yaşadıkça dimdik ayakta duracaktır.
31-4244